17
MART 2014 • SAYI 229 •
PERSPEKTİF
biyolojik ya da sosyal cinsiyetlerinin kişinin
kendi yönelimine/tercihine göre şekillenebi-
leceği belirtiliyor. Elbette cinsiyetin, biyolojik
ve sosyal olarak ayrı değerlendirildiğini yine-
lemekte fayda var: Buna göre insanların do-
ğuştan edindikleri ve yetişme tarzıyla toplum
içerisinde kazandıkları olmak üzere iki cinsi-
yeti bulunuyor. Cinsiyet teorisyenleri kadın ya
da erkek olmanın her hâlükârda kişinin kendi
yönelimlerine kaldığını iddia ediyor.
Almanya’da Baden Württemberg Eyale-
tinde patlak veren tartışma tam da bu anla-
yışın muğlaklığı üzerine ortaya çıktı. Eyalette
“Cinsel Çeşitliliğin Kabulü”nün 2015 eğitim
müfredatında ağırlıklı tema olacağının ilan
edilmesi üzerine düzenlenen imza kampan-
yasında müfredata karşı 192 bin imza toplan-
dı. Eyalet Hükümetinin koalisyon ortağı olan
Yeşiller Partisi, farklı cinsel yönelimlerin nor-
mal kabul edilmesinin doktrin hâline getiril-
mesine karşı imza atanların homofobik oldu-
ğunu iddia etse de imza kampanyasında dile
getirilenlere yakından bakmakta fayda var:
LGBT bireylerinin ayrımcılığa maruz kalma-
sının engellenmesi isteğinin haklı bulunduğu
kampanyada, farklı cinsel tercih ve pratiklerin
okullarda normal olarak yansıtılmasının pe-
dagojik, ahlaki ve ideolojik bir “yeniden yetiş-
tirme” tarzı doğuracağı ifade ediliyor.
Fransa’da ise “Eşitliğin ABCD’si” dersi adı
altında cinsiyet farklılıklarının tamamen göz
ardı edileceği ve -ensest ve çok eşlilik ha-
riç- her türlü cinsel yönelimin “normal”
olarak sunulacağı iddiaları velilerin tep-
kisini çekti. Ocak ayında sosyal medya
ve SMS’ler üzerinden örgütlenen veli-
ler, dersin uygulandığı pilot okullarda
okuyan çocuklarını okula göndermediler.
Millî Eğitim Bakanlığı, okullarda cinsiyet
teorisinin değil, cinsiyet eşitsizliğinin
anlatılacağını ifade etse de, ülkede
tepkiler devam ediyor.
Her iki ülkedeki Hristiyan ce-
maatler, çocukların cinsel kimlik-
lerini aradıkları bir dönemde etki-
lenmemesi gerektiğini söyleyerek
ders müfredatına karşı çıkıyorlar;
fakat onlar da “homofobik” ola-
rak damgalanmaktan kurtula-
mıyorlar.
Müslümanlarolarak tartışma-
ya bir şekilde dahil olmadan önce
cevaplandırmamız gereken çok soru var:
“Cinsel Çeşitliliğin Kabulü” Müslümanlar
için ne ifade ediyor? Baden Württemberg’te
ders müfredatının kabul edilmesi durumunda
Müslüman öğrenciler, kendi inançlarının “ya-
sak” addettiği bir “yönelim”e karşı hangi bakış
açısını geliştirmek zorunda kalacaklar? İnanç-
ları ile sosyal gerçeklik arasında kalan Müslü-
manlar, kendi inançlarını siyasi programlar-
la belirlenmiş bir “üst kültüre” göre yeniden
düşünmek zorunda mı kalacaklar? Her şeyden
önce farklı cinsel yönelimleri olan insanların
bu yönelimlerinin “normal” olduğunun vur-
gulanmasının ardından Müslümanlar İslam’ın
temel prensipleri ile evrensel hukukun sun-
duğu “eşitlik” ilkesi arasında nasıl bir denge
kurabilecekler? Farklı cinsel yönelimlere sa-
hip bireylerin temel haklarını savunmak ile
bu hayat tarzlarını teşvik etmek arasında çok
mu ince bir çizgi var? Bu sorular, Almanya ve
Fransa’daki tartışmadan bağımsız olarak da
cevaplandırılması gereken sorular iken, mev-
cut tartışma, bu sorulara cevabı biraz daha
hızlı bir şekilde vermeyi gerektiriyor. Fakat
Müslümanların, inançlarından referanslarla
katıldıkları tartışmalarda “Avrupa değerlerine
aykırı” olmakla itham edilmeleri geleneği, bu
tartışmalara Müslümanların katılımını daha
da zorlaştırıyor.
Almanya ve Fransa’da
okullarda verilmesi
planlanan “cinsel çeşit-
lilik” dersleri yeni bir
tartışmanın da fitilini
ateşledi.