37
MART 2014 • SAYI 229 •
PERSPEKTİF
benim arkadaşlarımın çoğunluğu Müslüman aile-
lerin çocuklarıydı ve benden hiçbir farkları yoktu.
Aynı şeyleri yapar, aynı oyunları oynar, aynı film-
lere gider, aynı kitapları okurduk. Çünkü sınıfsal
durumumuz aynıydı ve aynı kentte yaşıyorduk.
Tek fark onların evinde Kurban Bayramı kutlanır-
dı. Ama bunlar da Kemalist ailelerin çocukları ol-
duğu için bayram da öyle abartılarak kutlanmaz-
dı. Bizim evde de başka bir bayramda annem özel
bir yemek yapardı.Ama benim ailem de dindar bir
aile olmadığı için o da çok abartılı olmazdı. Yani
sınıfsal farklılıklar, dinî farklılıklara oranla bence
daha belirgin.
Tarihsel olarak, Yahudilerle Müslümanlar ara-
sında bir düşmanlık değil, sıkı toplumsal ilişkiler
olduğunu gözlemliyoruz. İki grup içindeki bugün-
kü etnosentrist, hatta düşmanca bakış nasıl aşılır?
Ben de eski bir düşmanlığın olmadığını dü-
şünüyorum. Bir kere Müslümanlar için ırkçılık
yapmak yasaktır. Kitap’ta kavmiyetçilik yasaktır,
çok net. Ayrıca Müslümanlığın da, Yahudiliğin de
ortaya çıkışından çok daha önce aynı coğrafyada
beraber yaşayan insanlar bunlar; niye düşmanlık
olsun aralarında?
İslam dünyasında o ya da bu şekilde kendi-
sini gösteren antisemitizmin temelinde 1948,
yani İsrail devletinin kuruluşu yatar ve bugün
İslam coğrafyasında kullanılan antisemitist mo-
tiflerin hepsi Hristiyan antisemitizminden gelir;
İslam’da böyle bir köken yok ki. “Siyon Liderle-
rinin Protokolleri” kitabı, düzinelerce yayımlan-
mıştır Türkiye’de. Hâlbuki bu Rusya’daki antise-
mitist bir adamın uydurması. “İğneli fıçı” ya da
Yahudilerin Pesah Bayramı’nda Hristiyan çocuk
kesip kanını içtiği gibi iddialar Türkiye’de bilinir;
ama bunlar Avrupa’da Hristiyanların ürettiği ırk-
çılığın ürünüdür. İşin ironik yanı da budur zaten,
İslam’da yok ırkçılık, Hristiyanlık’ta ise çok eski-
den beri var.
Roni Margulies söyleşisinin
tamamı için Facebook say-
famızı ziyaret edebilirsiniz.
perspektifeu
bir siyasi yürüyüş sırasında kaldırımdan küfür
eden birisi öfke uyandırır; küskünlük değil. Ama
tanıdığınız birisinin “ağzından laf kaçırması” çok
büyük bir kırgınlık yaratıyor. Bir sohbette ağzın-
dan bir şey kaçıyor Yahudilerle ilgili mesela. O an
anlıyorum ki var aslında bütün bunlar kafasında.
Etnosentrist düşünceye sahip kişiye göre kendi
grubu“dünyanın en güzel değerleri”ne sahiptir. Bu,
insana kendisini huzurlu hissedebileceği bir ortam
sunuyor aslında. Böyle bir durumda kişi, içinde bu-
lunduğu grubun hatasız olduğu düşüncesinden
uzaklaşıp kendisini sürekli yargılamak zorunda ka-
lacağı bir bakış açısına neden geçiş yapsın ki?
O yüzden bırakmıyor zaten çoğu zaman bu
düşünceyi. Bu dediğiniz Türkiye’de kendisini şöy-
le gösterdi. Özellikle Hrant Dink’in öldürülmesin-
den sonra “Hepimiz Ermeniyiz” pankartları taşı-
narak yürüyüşler yapıldı. Soykırım konusu çok
gündeme gelir oldu. Bunların sonucunda birileri,
“Türk’üm demeye korkar olduk.” gibi bir tepki
gösterdi. Burada şunu belirtmek lazım: Zaten 70
milyonun, 69 milyon 950 bini sensin. Burada se-
nin korkun söz konusu değil, sen niye korkuyor-
sun?
Etnosentrist düşüncede “diğerleri”nin pek de
“iyi” olmadıkları algısını göz önüne alarak sormak
istiyorum: İstanbul Yahudilerini, İstanbul’da yaşa-
yan diğer gruplardan ayıran neler vardı?
Bazı farklar olduğu kesin. Ama o farklar bence
dinî nedenlerden kaynaklanmıyor. Mesela Yahu-
di şehirlidir. Osmanlı’da bu biliniyordu. Osmanlı
devşirme sisteminde kentli çocuğun alınıp isteni-
len şekilde eğitilmesi zor olduğu için Yahudiler-
den çocuk alınmıyordu. Kentlilik, ezici çoğunluğu
çok yakın geçmişe kadar köylü olan bir toplumda
farklılık yaratan bir şey. Ama İzmirli, İstanbullu
veya Edirneli bir Yahudi ailesinin günlük yaşa-
mı, aynı şehirlerde yaşayan ama köyden yeni
gelmemiş olan bir Müslüman ailesinin ya-
şamından çok az farklıdır. Şöyle örnek ve-
reyim kendi hayatımdan: Ben çok tipik İs-
tanbullu orta sınıf bir ailenin çocuğuyum.
Gittiğim okullar, bu sınıftan insanların
gittiği okullar idi. Örneğin ben liseyi Ro-
bert Koleji’nde okudum. Bu okullarda