39
MART 2014 • SAYI 229 •
PERSPEKTİF
sürtüşmelerin geldiği noktada birdenbire birbi-
rini hiç tanımayan, bunun ötesinde tanımak da
istemeyen bir yapı görmeye başlıyoruz. Bu yapı-
nın arkasında, aslında ötekinin zaten tanınmayı
hak etmediğini söyleyen bir tavır var. Bu Türk-
Kürt, Sünni-Alevi, Müslim-gayrimüslim arasın-
da çift taraflı olarak yaşanıyor. Tabii daha güç-
lü olanın aşağılaması daha güçlü oluyor; ama
öteki de aslında kendi içinde bu dili oluşturmuş
durumda. Diyelim ki İslami camia Ermeni ce-
maati hakkında bir tür dışlayıcı, ırkçı, reddedici
kelimelerle konuşuyor ve kendisinin öyle ko-
nuştuğunun farkında değil. Ama gayrimüslim
dünyaya dönüyorsunuz; Yahudiler, Ermeniler
de kendileri için “diğerleri” olanlar hakkında
böyle konuşuyorlar.
Cemaatler küçüldükçe bu bir korumaya dö-
nüşüyor; o yüzden de kimse kendisini kötü
hissetmiyor. Büyük cemaatte ise herkes öyle
davrandığı için yine kimse kendisini kötü his-
setmiyor, herkes bu “doğallaşmış” bakışı be-
nimseyebiliyor.
“Ermeni dölü” ibaresinin hakaret olarak kulla-
nılabildiğivebu“hakareti”duyankişininde,“Hayır,
benErmenideğilim.İştebudakanıtı.”gibicevaplar
verebildiği günümüzde, “ırkçılık, etnosentrizm,
belli gruplara yönelik düşmanlık” gibi kavramla-
rın yeterli düzeyde bilinmemesinin ve bu tarz it-
hamların ırkçılık olarak algılanmamasının nedeni
nedir?
Kavramlar toplumların önüne konulup, on-
ların, “Bu ne kadar güzel bir kavrammış, biz de
bundan sonra böyle olalım.” dedikleri şeyler
değildir. Mesela toplumlara demokratlığı an-
lattığınızda, “Bu güzelmiş.” deyip demokrat ol-
mazlar. Bu, ihtiyaçla ortaya çıkan bir durumdur.
İhtiyaçlar da toplumların burunlarını sürttüğü
dönemlerde ortaya çıkar. Örneğin toplumlar
kendi kendilerine, kendi idealleri karşısında
yenik düşerler. Mesela kendilerini ahlaksız bul-
maya başlarlar ya da uyum zorluğu yaşarlar. Bu
zorluklarla mücadele ederlerken de kendilerine
yeni kriterler ve kavramlarla yeniden bakarlar.
Bu Avrupa’da büyük çatışmalarla olmuştur. Son
birkaç yüzyıldır modernleşmeye çalışan, ama
belirli açılardan hiç de modernleşmek isteme-
yen bir gelenekten gelen Türkiye’de ise bu sü-
reç şu macerayı izledi: Kendimizden memnun