39
NISAN 2014 • SAYI 230 •
PERSPEKTİF
ve müsamahaya dayalı sosyal münasebetler kurup
bunu devam ettirebildiği bir konuma ulaşmasıdır.
Sosyal Medya Neden Sosyalleştirmez?
Sosyologlar, insanın biri “iç”, diğeri “dış” ol-
mak üzere iki çevresi olduğunu söylerler. Evleri-
miz, kullandığımız her türlü eşyamız, nakil ve ha-
berleşme vasıtalarımız, yiyecek ve içeceklerimiz,
içinde yaşadığımız coğrafi şartlar ve teneffüs etti-
ğimiz atmosfer dış çevremizi oluşturur. Sosyal ha-
yatın teşkilat ve nizamları, örf ve âdetleri, kaidele-
ri, müesseseleri, kıymet hükümleri de iç çevremizi
meydana getirir. Dış çevreye “maddi kültür”, iç
çevreye de “manevi kültür” adı verilir.
İnsan, asıl benliğini ve şahsiyet özelliklerini
ikinci çevre olan manevi kültürde kazanır. Ancak,
iç çevrenin bu manevi şahsiyet özellikleri dış dün-
yada gelişir. Ondan müstağni yaşamak mümkün
değildir. Yani, insan hayatı hem iç hem de dış çev-
rede cereyan eder. “Hayatın şu kadarı iç, şu kadarı
dış çevreyi ilgilendirir.” diye bir ayrım yapabilmek
mümkün değildir.
İşte sosyal medyanın en büyük açmazı bu nok-
tada düğümleniyor. Zira sosyal medya bir taraf-
tan, insanda binlerce insanla beraber olup, onlarla
konuştuğu duygusu uyandırıyor. Diğer yandan da
insanı gerçek benliğinden soyutlayıp çok farklı
maskelerle buluşmayı mümkün hâle getirebilmesi
nedeniyle, bu ortamlar sosyalleşmenin en büyük
engeli hâline geliyor.
İnsan asıl benliğini manevi kültürde kazanır ve
bu kültür sayesinde sağlıklı bir şekilde sosyalle-
şebilir. Sosyal medyanın sunduğu sınırsız, yer yer
şuursuzluğa varabilen ortamda, örf ve âdetlerin,
kaidelerin, manevi kıymet hükümlerinin de rahat-
lıkla yok sayılabildiğini göz önünde bulundurur-
sak, bu ortamın nasıl bir sosyalleşme imkânı sun-
duğunu daha rahat idrak edebiliriz. Fakat bu arada
sosyal medyanın, manevi kültürü oluşturan bu
temel ögelerden kopmayı sağladığı kadar, bilinçli
kullanıldığı takdirde tüm bu iç çevreyi besleyen
yanlarının bulunduğunu da unutmamak gerekir.
İslami Bir Sosyalleşme
İnsan, pozitivist din anlayışına göre “sade-
ce vicdan işi olan” ibadetlerini ifa ederken bile
vicdanının içine sıkışıp kalmış değildir. Namaz, en
basitinden ona seccade ve tespih gibi yeni eşyalar
kazandırarak dış dünyasını zenginleştirir. Diğer
yandan namazı beş vakit cemaatle kılmayı kendi-
sine şiar edinen İslami cemaat, bunun için camiler
ve mescidler inşa eder. Ayrıca bu toplumun ferdi,
ilahi vazifeyi yerine getirirken çevresiyle girdiği
sosyo-kültürel münasebetlerle kendinden bekle-
nen olgunluğa da erişebilecektir.
Bunun için İslam’a inanmakla yepyeni bir
çevrenin parçası olan Müslümanın, sosyo-kül-
türel çevresiyle daima irtibat hâlinde olması
gerekir. O, namazlarını cemaatle kılmakla etra-
fındakilerle yakın ilişki kuracak ve olan bitene
bigâne kalmayacaktır. Çevresindeki fakir-fu-
karanın hâlini oruç vesilesiyle hissedecektir.
Etrafındakileri kırmamaya, incitmemeye özen
gösterecek, “hakiki müminin, diğer Müslüman-
ların elinden ve dilinden gelebilecek zararlardan
emin olduğu kişi” düşüncesiyle adım atacak-
tır. Bütün müminlerin bir vücudun azaları gibi
olduğu anlayışıyla, kendisi için istediğini mümin
kardeşi için de arzu edecektir. İyiliği emredip,
kötülükten sakındırmanın gereği olarak toplum-
da iyiliğin hâkim olması için çaba sarf edecektir.
Kısaca Müslüman, “insanlar arasından çı-
karılmış hayırlı bir toplumu” oluşturmak ama-
cıyla, çevresiyle yakın ilişkiye girerek, hem ona
göre benliğini ve müminin şahsiyet özellikleri-
ni kazanacak, hem de kazandığı bu güzellikleri
iletişime geçtiği insanlarla paylaşarak içinde
yaşanır bir toplum için sosyo-kültürel çevresini
kuracaktır.
Bütün bu “gerçek sosyalleşme” çerçevesinden
hareketle, içinde yaşadığı çevreyle doğrudan, ya-
lansız, samimi bir irtibat kurması gereken Müs-
lümanın, kimliklerin saklanabildiği ya da farklı
şekillerde takdim edilebildiği bir ortamda, ruh ve
bedenen kurulabilecek münasebetleri imkânsız
hâle getiren araçlarla kurduğu “sosyalleşme”yi
bu temel çerçeveye uygun duruma getirmesi ge-
rekmektedir. Bu durumda irtibat kurduğu kişiyi
sadece bir “nickname” ya da sanal bir arkadaş
olarak değerlendiren, bu kişiyle ilişkisini kendi-
sine haz verdiği sürece canlı tutan ve bu kişiye
karşı sorumluluk hissetmeyen bir insanın, sosyal
medyada elde ettiği şeye “sosyalleşme” denile-
meyeceği açıktır.