Dosya/Söyleşi
34
PERSPEKTİF
• SAYI 232 •
HAZİRAN 2014
Peki Türk çocuklarının sosyal hayatın içinde ol-
malarına rağmen hâlâ benzer korkularla, “Alman-
laşacağız, değerlerimizi yitireceğiz.” diye hareket
ettiklerini düşünüyor musunuz, yoksa böyle bir
tedirginlik artık yok mu?
Bu konuyla ilgili 2012 yılında Silke Hans’ın
yapmış olduğu yeni bir araştırma var, “Assimila-
tion oder Segregation?”, yani “Asimilasyon mu,
Ayrıştırma mı?” Bu araştırmada bu tür yargıla-
rın hiçbir ampirik tabanı olmadığı gösteriliyor.
Türkiye kökenli insanlarda, kuşaklar arasındaki
asimilasyonun çok hızlı olduğunu ama başlan-
gıçta diğer Avrupa ülkelerinden gelenlerle kı-
yaslayacak olursak düşük olduğunu anlatıyor
Silke Hans. Asimilasyon kelimesinin burada ne-
gatif anlamda kullanılmadığını, çeşitli alanlarda
benzerlik sağlanması anlamında kullanıldığını
belirtmemiz gerekiyor. Yani bu tür ön yargı-
lar hiçbir ampirik tabanı olmayan ön yargılar.
Kültürel değerlerin farklı ve “yabancı” olduğu
bir toplumda, kendi değerlerini muhafaza etmek
ve yaşatmak adına, göçmenlerin kendi komünite-
leri içinde kalmaları zorunlu mudur?
Değer değişimi her zaman vardır. Bu, yalnız-
ca Türkler ya da Müslümanlar için de geçerli de-
ğildir. Özellikle azınlık gruplarında insanlar de-
ğerlerini daha sıkı koruma ihtiyacı hissederler.
Çünkü değişim çok güçlüdür ve bu değişimin
farkına da varıldığı için bu sürece karşı bir tep-
ki vardır. Her zaman verilen bir örnektir; Latin
Amerika’da yaşayan Almanların, Almanya’daki
Almanlardan çok daha tutucu olduğu söylenir.
Zira orada azınlık içinde yaşamaktadırlar ve
50’li yıllarda yanlarında götürdükleri değerleri
korumakta daha tutucudurlar. Aynı şey Türk-
ler için de geçerli; İstanbul’da yaşayan bir Türk
kendini yaşadığı toplumun bir parçası olarak
kabul eder ve fazla düşünmez; ama Almanya’da
yaşayan bir Türk, 60’lı yıllarda anne-babasının
getirdiği ve kendisine aktardığı değerleri koru-
ma ihtiyacını daha çok hisseder. Bu durum sa-
dece Türklere özgü bir olay değildir; çoğunluk
toplumu içinde yaşayan azınlıkların çok tipik
tepkilerinden biridir.
Paralel toplum tartışmalarında sadece top-
lumun alt sınıfından insanlar hakkında böyle bir
kavramın kullanıldığını görüyoruz. Hâlbuki bir-
çok ülkede, sizin de değindiğiniz gibi yaşadığı
toplumdan çok ayrı bir hayat yaşayan, ayrı zevk,
kültür ve değer yargılarına sahip olan üst sınıf
mensupları var. Bu durumda “Paralel toplum”
kavramı, egemenlerin alt sınıfı bastırmak için kul-
landığı bir argüman mı?
Söylediğiniz şeyin doğruluk payı var; ama
tümüyle değil. Mesela doktorların ya da siya-
setçilerin yalnızca kendi aralarında kalmaları da
paralel topluma bir örnektir. Ama bu durum ra-
hatsız edici bir olgu olarak algılanmıyor.
Yabancıların oluşturmuş olduğu toplumun
rahatsız edici bir unsur olarak sürekli gündeme
getirilmesinin nedeni nedir?
Bu düşüncenin arkasında bir korku yatıyor.
Özellikle Almanya’da bu neden tartışılıyor?
Uwe Hunger, Almanya’yla Amerika’daki duru-
mu karşılaştıran güzel bir çalışmaya imza attı.
Bu araştırma sonucunda şu soru ortaya çıktı:
Neden Alman toplumu, özellikle göçmenlerin
paralel toplum kurmasından kaygı duyuyor?
Almanya’da toplumun geneline bir katkı sağla-
maksızın paralel toplum içinde kalındığında ve
başarısız olunduğunda ortaya çıkan sonuçları
Türkiye kökenli bir göçmen dil öğrenmiyor, topluma bir katkı sağlayamıyor
ve yalnızca kendi grubu içerisinde duruyorsa bu kişinin sosyal yardımla ge-
çinme ihtimali yüksektir. Bu yüzden bu kişi toplumun tamamına yük olmak-
tadır. Fakat aynı şey kendi aralarında yaşayan elitlerde olduğunda bir sorun
teşkil etmiyor, çünkü devlete herhangi bir yükleri yok. Dolayısıyla bu tartış-
mada ‘toplumsal yük’ olgusunu göz önünde bulundurmak gerekiyor.