Dosya
40
PERSPEKTİF
• SAYI 232 •
HAZİRAN 2014
uygun değil miydi? Hayır, bu mümkün olamaz-
dı. Bu tür bir karşılamadan dolayı biraz utandım,
çünkümisafirimintümPakistanlılarınböyleoldu-
ğunu düşünmesini ve kadın düşmanlığı gibi çıka-
rımlar yapmasını istemiyordum. Garsona şehrin
bu kısmında birçok restoranda olan ve kadınların
rahatça birbiriyle konuşabildiği, etrafı dışarıdan
gözlemleyebileceği fakat gözlerden de uzak ola-
cağı bir yer olan aile bölümü olup olmadığını
sordum; o da bizi mutfak ile arka bahçe arasında
kalan ufak bir odaya götürdü. Misafirimin bu kü-
çük aile bölümünün, içinde erkeklerin oturduğu,
güzel dekore edilmiş büyük odadan niçin daha iyi
olduğu sorusuna, “Ye-
mek yerken kadın erkek
ayrılmalı.” cevabını ver-
dim, fakat bu cevaptan
memnun
olmamıştı.
Ben de bu tür bir ayrımı
başka bir şehir bölgesin-
de normal karşılamaya-
cağıma emindim. Misa-
firim İngilizler’in neler
yediğini merak ediyor-
du. Fakat burada büyük
süper marketlerde bile
Asya gıdaları satıldığı-
nın farkına varacağını
tahmin ediyordum. Bu
gıdalar sadece Asyalılar
tarafından değil, Asya
mutfağını benimsemiş
ve düzenli olarak Curry
Night için barlara giden
İngilizler tarafından da
çokça tüketiliyor.
Sonradan Müslüman olmuş birisi olarak İngi-
liz süpermarketleri beni hep heyecanlandırmış-
tır. Helal kesim, helal taze et, helal sosis ve hatta
helal hazır yiyecekler. Bunlar yoksa en azından
Yahudilerin helal kesimi olan koşer... Bunlar, ben
ve birçok kişi için bulunmaz bir nimet olsa da mi-
safirime uzak şeylerdi.
Otobüs durağına giderken büyük bir kilisenin
yanından geçiyoruz. Misafirim derin derin nefes
alıyor ve bunun sebebinin Alman yemek kültürü-
nün Hint baharatlarına uzak olmasından mı yok-
sa yanından geçtiğimiz batı tarihî eserini görme-
nin sevinci sebebiyle mi olduğunu bilemiyorum.
Tam da caddenin kargaşasından sıyrılıp kiliseye
gitmeye karar verdikten birkaç dakika sonra, kapı
açılıyor ve eski bir kilise oturağı gibi olan bir şeyi
ölçen iki işçi yanımızdan geçip kaldırıma gidiyor:
Kilisenin yarısının camiye çevrileceğini öğreni-
yoruz.
Otobüste, buraya gelmeden önce hayal etti-
ğim İngiltere’yi kafamda canlandırıyorum. Okul
üniformalı öğrencilerin arasında oturuyoruz ve
itiraf etmeliyim ki o zaman tahayyül ettiğim öğ-
renci profili çok daha farklıymış. Düşüncemdeki
öğrenci profilinde kızlar üniformalarıyla uyumlu
başörtüsü takmıyorlar-
dı ve erkekler de takke
değil beysbol şapkaları
giyiyorlardı;
çocuklar
belki de okul arkaların-
da gizlice sigara içiyor,
en azından bu otobüste
olduğu gibi baharatlı,
betel yaprağına sarılan
Paan tütünü çiğnemi-
yorlardı.
Pencereden
dışarı
bakıyorum ve arabalara
yer sağlamak amacıyla
çimlerinin üzerine kal-
dırım döşenmiş sıralı
evleri görüyorum. Cum-
balarda “Union Jack”
harici türlü türlü ülke
bayrakları asılı. Bazı ev-
lerde sıralı ışıklar gözü-
küyor; fakat bunlar Noel
ışıklandırması
değil,
Asya düğünleri için hazırlanan ışıklandırmalar.
Peki, Fish and Chips ne oldu? Klasik Chippies de-
nen Fish and Chips mağazaları Ilford’da bulun-
muyor, bunun yerine cadde boyu McDonalds’ın
baharatlı helal alternatifi olan ve vize başvuruları
için istihdam sağlayan Chicken and Chips ma-
ğazaları bulunuyor. Peki çay? Buradaki su uygun
olmadığı için pek nadir bulunan pembe ve tuzlu
Keşmir çayı olmasa da, sütlü ve şekerli, her İngiliz
evinde içilen siyah çay burada da sıkça içiliyor.
Akşam eşim misafirime “Küçük Lahor”da-
ki gezisinin nasıl geçtiğini sordu. “Güzel” diye