43
KASIM
2014 • SAYI 235 •
PERSPEKTİF
ne kadar masumsa, Azınlık Fıkhı tabiri de an-
cak o kadar masumdur!
Soruya gelince, mesele içtihat meselesi de-
ğil. “Farklı durumlara farklı fıkıhlar” şeklinde
özetleyebileceğimiz anlayış, en başta Kur’an
ve sünnetle ilişkimizin doğru bir zeminde ku-
rulmadığını ifade eder. Zira biraz önce söyle-
diğim gibi fıkıh, Kur’an ve sünnetin bizden ne
istediğini anlamanın adıdır. Aslolan Kur’an
ve sünnetin öngördüğü hayat tarzıdır. Müs-
lümanlar güçleri yettiğince hayatlarını buna
göre düzenlerler. Güçlerinin yetmediği husus-
larda ise mazurdurlar.
Gayrimüslim ülkelerde azınlık durumun-
da bulunan Müslümanlar, mevcut fıkhi hü-
kümlerin onaylamadığı durumlarla karşı
karşıya geldiklerinde önce o durumun meş-
ruiyetini sorgulamalıdır. Meşru ise mese-
le yoktur. Değilse onu meşru kabul edecek
farklı bakış açıları arayışına girmek yerine o
gayrimeşruluğu ortadan kaldırmanın yolla-
rını aramak gerekir. Bu da olmazsa o durum
“özür/mazeret” hükümleri çerçevesinde de-
ğerlendirilir. Ama unutmamalıdır ki özür/
mazeret durumu genelleştirilemez ve asıl/
normal hükümlerin yerine ikame edilemez.
Bugün farklı ülkelerde azınlık olarak yaşayan
Müslümanların, içinde bulundukları toplumun
temel kabulleriyle dinî kimliklerinin çakıştığı
noktalara dair sorunları, ancak yeni bir içtihat
geliştirilerek mi çözülebilir? Siz, örneğin helal
kesim ya da banka işlemleri gibi konularda ulu-
sal ve ulusötesi düzenlemelerle dinî referanslar