41
KASIM
2014 • SAYI 235 •
PERSPEKTİF
*Prof. Dr. Macit Kenanoğlu, İstanbul Şehir Üniversi-
tesi Hukuk Fakültesi dekanıdır.
Avrupa’da yaşayan Müslümanların
çoğu bugün içinde bulundukları devle-
tin ya vatandaşıdırlar ya da vatandaşı
olmayıp geçici olarak ikamet eden ya-
bancı statüsündedirler. Her iki durumda
da sözü edilen yol Müslümanların hakla-
rına daha çabuk ulaşmalarına imkân ta-
nır. Çünkü yabancılar da bugünkü hukuk
sisteminde seçme ve seçilme gibi siyasi
haklar hariç her türlü temel hak ve hür-
riyetten yararlanma hakkına sahiptir.
Avrupalı devletlerin kendi mevzuatla-
rında yer alan hakları, vatandaşları olan
Müslümanlara tanımama konusunda-
ki isteksizlikleri bir engel gibi görünse
de, İslam Hukuku’na dayalı bir modelin
kısmen de olsa gerçekleşmesi yerine bu
ülkelerin hukuk sistemlerindeki prensip
ve uygulamaları gündeme getirmek daha
kısa sürede netice verecek bir yöntem
gibi görünmektedir.
Değişim, Devletin İnisiyatifiyle Olur
Müslümanların terörle bağlantı-
lı gösterilmesine dönük peşin hüküm-
lü Avrupa toplumlarının yaklaşımı yine
Müslümanlarca ortadan kaldırılabilir.
Müslümanların tavır, davranış ve beşerî
münasebetlerini İslami ahlak esaslarına
dayalı olarak sürdürmeleri, bazılarınca
yürütülen siyasi nitelikli ve planlı an-
ti-İslam propagandalarını kamuoyu nez-
dinde geçersiz kılabilir. Bu mücadelenin
sorunsuz yürümeyeceğini kabul etmek
gerekir. Ama ortada hukuk düzenine da-
yalı, kurallı ve sistematik bir uygulama-
nın yürütülmesi isteniyorsa, bunun an-
cak bir devlet desteğine dayalı kurallar
manzumesinin icrası ile olabileceği, yok-
sa kişilerin inisiyatifine bırakılacak bir
takım fetva ve ruhsatlarla etkin, sürekli,
belirli bir hedefe yönelik uygulamaların
yürütülemeyeceğini kabul etmek gerekir.
İslam Hukuku’nun Avrupa toplumla-
rında tümüyle uygulanmasının mümkün
olmadığı bir gerçektir. Siyasi otorite-
nin onayına bağlı olanla bireysel olarak
uygulanabilecek olanı ayrıştırsak bile,
bazen bireysel olan bazı meselelerin de
bir anda toplumsal bir probleme dönüşe-
bilecek potansiyel taşıdığını görmek ge-
rekir. Mesela basit bir başörtüsü bir anda
siyasi bir sembol, bir propaganda vasıtası
olarak kabul edilmekte ve birçok yasakla-
manın konusu olabilmektedir. Bu tür uy-
gulamaların önüne, geliştirilecek Müslü-
man Azınlık Hukuku ile geçmek mümkün
değildir. Yaşanan örnekler de dikkate
alındığında cami inşası, başörtüsü veya
burka yasağı, dinî sembollerin kullanı-
mı, Müslümanların kendi okullarına sa-
hip olmaları gibi birçok konuda yaşanan
sıkıntılar da göstermektedir ki bu prob-
lemlerin çözümü sadece Müslümanların
talepleriyle değil, aynı zamanda Avrupa
devletlerinin hukuk sisteminin peşin
hükümsüz ve ayrımcılık yapmaksızın
Müslümanları da kapsayıcı şekilde uy-
gulanması ile mümkündür. Avrupa dev-
letlerinin hukuk sistemi, dinî azınlıklar
bağlamındaki acemiliğe ve tecrübesizli-
ğe rağmen bu uygulamayı gerçekleştire-
cek potansiyele ve prensiplere sahiptir.
Elbette İslam Hukuku da diğer hu-
kuk sistemleri gibi gelişmiş bir hukuk
sistemidir ve birçok toplumsal ve bi-
reysel problemi meşru daireler içinde
çözebilecek potansiyeli vardır. Ancak,
Avrupa’daki Müslümanların problem-
lerini çözmede tümüyle İslam Hukuku
bağlamında düşünmek yerine devletlerin
hukuk sistemleri içerisinde bir çözümün
nasıl üretilebileceğine mesai harcamak
gerekir. Bu gerçekleştirilebilirse kişilerin
dinleriyle olan bireysel iç çatışmaları ya
da hukuk sistemlerinin birbirleriyle olan
rekabetlerine gerek kalmaksızın bir çö-
züme ulaşmak mümkün olacaktır.
©
Shutterstock.com/ TonyV3112