33
KASIM
2014 • SAYI 235 •
PERSPEKTİF
1
Detaylı bilgi için bkz.: Ahmet Özel: İslam Hukukunda Ülke Kavramı: Dârulislam-Dârülharp.
İzYayıncılık
liğinin tayin ve tespitinde temel ölçü yönetim
ve hâkimiyettir. İslam hukukçuları ülkeleri tarif
ve tespit ederken dünyayı iki kısma ayırmışlar,
yasama, yürütme ve yargı yetkilerinin İslami
otoritenin elinde bulunduğu ülkelere dârülis-
lam, bu yetkilerin Müslüman otoritenin elinde
bulunmadığı ülkelere de dârülharp adını ver-
mişlerdir.
“Dârülharp” terkibi her ne kadar ilk bakışta
“kendisiyle dârülislam arasında savaş hâlinin
mevcut olduğu ülke” manasını ifade ediyorsa da
İslam hukuku kaynaklarında “dârülislam dışın-
daki ülkeler” anlamında ve bugünkü “yabancı
ülke” tabirinin karşılığı olarak kullanılmıştır.
İslam devletinin kendisiyle savaş hâlinde bu-
lunduğu ülke anlamında dârülharp de “Müslü-
manlara karşı düşmanlık ve tecavüzü sebebiyle
dârülislamla barış hâli bozulan ülke” şeklinde
tarif edilebilir.
Bu kavramlar iki ayrı devletin hâkimiyet
alanını ifade ettiğinden bir toprak üzerindeki
hâkimiyetin diğer devlete geçmesiyle ülkenin
hükmü ve adı da diğerine dönüşür. Ancak bu hâ-
kimiyet değişiminin şekil ve mahiyeti konusun-
da fıkıh âlimleri farklı görüşler ileri sürmüştür.
1
Müslüman hukukçular, İslam ülkesiyle (dâ-
rülislam) düşmanca münasebetler içinde bu-
lunan devletlerle barış ilişkilerini düzenleyen
antlaşmaları iki kategoride mütalaa etmişlerdir.
Kendileriyle geçici antlaşmalar yapılarak savaşa
bir süre ara verilen ve İslam hâkimiyeti altına
girmeyen ülkeler bu antlaşma ile dârüssulh hâ-
line gelir; ülke halkının (ehl-i sulh) can ve mal-
larına tecavüz haram olup antlaşma süresince
kendileriyle savaşılmaz. Kendileriyle sürekli
antlaşmalar yapılan, yani savaştan önce veya
savaş sırasında İslam devletiyle barış içinde ya-
şayacağına dair teminat veren ve İslam hâkimi-
yetine boyun eğdiği hususunda bir işaret olmak
üzere cizye vergisi ödeyen gayrimüslim ülke
İslam devletinin hâkimiyetinde olmakla birlik-
te yönetim ve iç işlerinde serbesttir; bu ülkeyi
dışa karşı savunmak İslam devletinin görevidir.
Hanefi hukukçuları, bu iki ülke türünden geçi-
ci antlaşma yapılanlara dârülmuvâdea, süresiz
antlaşma yapılanlara dârüzzimme adını verirler.
Günümüzde birçok araştırmacı kasıtlı veya
hatalı tespitlerin yanında, bu kavramların or-
taya çıktığı şartlarla bugünkü şartlar arasındaki
farklara, uluslararası ilişkilerin mahiyetindeki
değişikliklere, bu kavramların günümüz şartla-
rına ne ölçüde uygulanabileceğine ve dünyanın
muhtelif ülkelerinde yaşayan Müslümanların
içinde bulundukları özel durumlara bakmadan
kavramları olduğu gibi bugüne taşıdı ve tıpkı
Batılılar gibi bu kavramla savaş arasında doğru-
dan bir bağ kurdular. Bir yerde silahlı mücadele
verebilmek için önce orayı dârülharp ilan edip
ardından o ülkede yaşayan kafir veya mümin
herkesin can ve malı mübah sayıldı! Savaşa an-
cak siyasi otoritenin karar verebileceğini, birkaç
kişinin bir araya gelip bir örgüt kurarak silahlı
mücadele kararı almasının dinî açıdan meşru
dayanağının bulunmadığını, Allah’ın muradına
uygun bir hareket tarzı ve meşru bir mücadele
yöntemi tespit edilmesi ve yapılacakların önce-
lik sırasına göre bir liste şeklinde düzenlenmesi
hâlinde bunları icra için ülkeyi dârülislam veya
dârülharp diye nitelendirmenin bir öneminin
olmadığını düşünen olmadı. Yine asıl önemli
olanın, Müslüman’ın öncelikle inancıyla uy-
gun bir hayat (amel-ahlak) bilincine ulaşması
ve çağın gerektirdiği bir fikir ve bilgi düzeyine
sahip bulunması olduğunu, içinde bulunulan
şartlar çerçevesinde izlenmesi gereken tebliğ
ve mücadele yöntemini, bu yol ve yöntem ile
kullanılan araçların dince meşru sayılmasının
lüzumunu, bunların dinin genel ilkelerine,
Müslümanların maslahatına uygun olması ge-
Milletlerarası ilişkilerde insan haklarıyla ilgili telakkilerin ön plana çıktığı,
global ve dinamik bir rekabetin hâkim olduğu zamanımızda Müslüman azın-
lıklara yönelik yeni şartlar oluşmaktadır.