31
KASIM
2014 • SAYI 235 •
PERSPEKTİF
AHMET
ÖZEL
*
»
ahmet.ozel@isam.org.trDârülharp ve dârülislam kavramla-
rının ortaya çıktığı şartlarla bugünkü
şartlar arasındaki farklar neler? Ulus-
lararası ilişkilerin mahiyetindeki deği-
şikliklere, bu kavramların günümüz
şartlarına ne ölçüde uygulanabile-
ceğine ve dünyanın muhtelif ülkele-
rinde yaşayan Müslümanların içinde
bulundukları özel durumlara bakma-
dan bu kavramları anlayabilmek zor
gözüküyor.
Müslümanların İslami ile gayri İslami ülkeler
arasında fark gözetip gözetmedikleri sorusu sık-
ça sorulur. İslami ülkeden kasıt İslam esaslarına
göre yönetilen ülke ise bunun klasik literatürde
karşılığı “dârülislâm”dır. Bu ülkenin karşıtı ise
“dârülharp/dârülküfür”dür. Günümüzde hal-
kının çoğunluğu Müslüman olan ülkeler genel
olarak İslam ülkeleri şeklinde adlandırılmak-
tadır. Bugün bazı devletler kendilerini “İslam
devleti” olarak nitelemekle birlikte anayasa ve
yasalarındaki hükümler bir tarafa bırakılırsa si-
yasi, idari ve ekonomik uygulamaları bakımın-
dan bunların ne ölçüde bu vasfı taşıdıkları tar-
tışmaya açıktır.
Müslümanların iki tür devlet veya ülke ara-
sında ayrım gözetmeleri esas olarak Müslüman
kimliklerini koruyarak yaşayabilme imkânını
arama çabasıyla ilişkilidir. İslam’ın mücerret bir
inançtan öte bir yaşayış tarzı ve dünya görüşü
oluşu, Müslüman’ın İslam esaslarının hâkim
olduğu bir toplumda kendi inanç ve yaşayışını
paylaşanlarla birlikte yaşamasını gerekli kıl-
makta, Kur’an ve sünnette bu husus üzerinde
önemle durulmaktadır.
Kavramların Hicret Işığında Algılanışı
Bir ayette şöyle buyurulur: “İman edip de
hicret etmeyenlere ise, hicret edecekleri zama-
na kadar, sizin onlara hiçbir şey ile velâyetiniz
yoktur.” (Enfâl suresi, 8:72)
Bir diğer ayetin meali şöyledir: “Öz nefisle-
rinin zalimleri olarak canlarını alacağı kimsele-
re melekler derler: ‘Ne işte idiniz?’ Onlar: ‘Biz
yeryüzünde (dinin emirlerini uygulamaktan)
âcizdik.’ derler. Melekler de: ‘Allah’ın yeri geniş
değil miydi? Siz de oradan hicret edeydiniz ya!’
derler. İşte onların barınakları cehennemdir. O
ne kötü bir yerdir. Erkeklerden, kadınlardan, ço-
cuklardan zaaf ve acz içinde bırakılıp da hiçbir
çareye gücü yetmeyen ve (hicrete) bir yol bula-
mayanlar müstesna. İşte onlar, Allah’ın onları
affedeceğini umabilirler. Allah çok affedici, çok
bağışlayıcıdır.” (Nisâ suresi, 4:97-98)
Bu ayetlerde,Müslüman olan kimselerin din-
lerini yaşayabilmeleri için Müslüman bir toplu-
ma katılmaları istenmektedir. Hz. Peygamber de
bunun önemini şu sözleriyle dile getirir: “Müş-
riklerle ikamet etmeyin, onlara karışmayın. Kim
onlarla ikamet eder veya onlara karışırsa, onlar
gibidir.” (Tirmizî, “Siyer”, 42)
İslam toplumu dışında yaşamak, dinin öl-
çülerine uygun olarak hareket etme konusunda
birçok sıkıntıya yol açması yanında kişide yal-
nızlık ve zaaf hissi uyandırır. Aşağılık duygusu
doğurarak gitgide gayrimüslimlere tabi olmaya,
onlara benzemeye kapı açar. Bu sebepledir ki
İslam hâkimiyetinin bulunmadığı yerde ikamet
uygun görülmeyerek İslam ülkesine hicret em-
redilmiş; dinin icaplarını ifaya muktedir ve bu
hususta baskıdan emin olanlar bundan muaf tu-
tulmuştur.
İslam tarihinin ilk dönemlerinde hicret kav-
ramı çerçevesinde daha çok gayrimüslim bir ül-
kede Müslüman olan kimsenin İslam ülkesine
göç etmesi ele alınırken, İslam hâkimiyetinin
zayıflamaya başlaması üzerine ve özellikle 12.
yüzyıldan itibaren doğuda Moğollar’ın, batıda
(Endülüs’te) Hristiyan devletlerin eline geçen
İslam topraklarındaki Müslümanların durumu
da tartışılır olmuş, bu ülkelerden hicret edilip
edilmeyeceği veya hangi şartlarda hicret edil-
mesi gerektiği konusunda çeşitli görüşler ileri
sürülmüştür. Ancak gerek Osmanlı Devleti’nin
çökmesi üzerine, gerek sömürgecilik dönemin-
den sonra oluşan yeni devletler içinde kalan
Müslüman azınlıklarla bağımsızlığa kavuşama-