61
NISAN 2014 • SAYI 230 •
PERSPEKTİF
*Oxford Üniversitesinde Sosyal Antropoloji uzmanı ola-
rak öğretim üyeliği yapan Prof. Dr. Dawn Chatty, Mülteci
Çalışmaları Merkezinin (Refugee Studies Centre) direktörüdür.
Osmanlı İmparatorluğunun I. Dünya Savaşı
sonunda çöküşünden ve topraklarının parçalan-
masından itibaren Anadolu ve Suriye vilayetine
zincirleme zorunlu göçler görürüz: Çerkezler,
Çeçenler, Arnavutlar, Süryaniler ve Ermeniler,
Kürtler ve son olarak da Filistinliler... Sonrasın-
da Avrupa yeni Suriye, Ürdün, Lübnan, Irak ve
Filistin gibi ulus devletleri yaratırken daha ka-
demeli bir zorunlu göç karşımıza çıkar: Milletler
Cemiyeti’nin himayesinde olan Fransız ve İngi-
liz mercilerinin kontrol mekanizmalarının yü-
rürlüğe konulması, bir devletten diğerine doğru
zorunlu bir hareketliliğe neden olmuştur. Zira
o sıralarda insanlar kendileri ve ailelerini siya-
si şiddet ve güvensizlikten kaçırmanın yollarını
aramışlardır.
Suriye’deki zorunlu göç, bize insanların ne
zaman ve niçin evlerini ve yurtlarını terk ettik-
lerine dair iyi bir örnek sunuyor: 1918-1920 yıl-
ları arasında Şam, Osmanlılara karşı olan Emir
Faysal ve Arap isyan birlikleriyle şehre giren
İngiliz General Allenby’in karargâhıydı. Sonra-
ki iki yıl boyunca, Emir Faysal, Batı’nın Suriye
Arap Krallığı’nı tanıması için uğraş verdi. Bu
esnada Fransızlar, 1919’da Beyrut’a girmiş ve
Şam’a başarılı bir biçimde girmeden evvel kes-
kin bir yerel direnişle karşılaştıkları Suriye’yi
ele geçirmek için harekete geçmişlerdi. Bazı in-
sanlar o zaman kaçtı. Çoğu ise, Fransızları ülke-
den atmak için kalıp gerilla savaşına destek ver-
meyi tercih etti. 1920’ler bazı tarihçilerin Büyük
Arap İsyanı olarak adlandırdığı bir isyan dönemi
olmuştur.
Sonraki on yılda toplumsal kargaşa ve Fran-
sızlara karşı yerel muhalefet kendisini gösterdi.
Yine az sayıda insan ülkeden kaçtı. Bu dönemde
ve sonraki on yılda yurtlarından zorunlu ola-
rak göçenler, örneğin Süryaniler, Ermeniler ve
Filistinliler Suriye’ye yerleşmiş ve yeni devletin
bir parçası olmuşlardır. 1940 ve 1950’lerde,
Filistin Orta Doğu haritasından silindiğinde
Suriye’ye doğru akan daha büyük bir Filistinli
zorunlu göç dalgası görüldü. 1960’larda ise oto-
riter bir rejimolan Baas Partisi Suriye’de güçlen-
diğinde, sonraki elli yıl boyunca eğitimli, meslek
sahibi insanlar kademeli olarak ülkeyi terk etti-
ler. Göç edenlerden bazıları işkence görmüş ve
hapisle tehdit edilmişti; bazılarıysa böylesine
katı, uzlaşmaz bir polis devletinde yaşayama-
yacaklarını hissetmişlerdi. Ancak, ülkeden ger-
çekleşen zorunlu göç akını –diğer yönüyle beyin
göçü- Batılı devlet yetkilileri tarafından çok da
fark edilmedi. Sadece Iraklı mülteciler krizi ile
birlikte zorunlu göç, bölge ve Avrupa siyasetin-
de önemli bir mesele olarak tekrar ortaya çıktı.
İlk olarak, 2006 ile 2009 arasında 1 milyondan
fazla Iraklı göçmen, zorunlu olarak Suriye’ye gi-
riş yaptı; fakat hiç kimse, neredeyse yarım mil-
yon insanın 1990’daki Körfez Savaşı’ndan beri
sürekli olarak Irak’ı terk ettiğini fark etmedi.
Iraklı göçmenler, ülkede toplumsal kargaşa ve
güvensizlik yaratan Batı yaptırımları sonucunda
yerlerini terk etmişlerdi. Suriyeliler ise giderek
“uzatmalı bir mülteci grup” hâline gelen, geri
dönmeyi istemeyen ve yerleşmek için Batı’ya da
gidemeyen bu sürgün grubu istekle karşılayan
ev sahipleriydiler.
İşte bu yüzden evini, yurdunu terk ettiğinde
ne olacağının pek çok örneğini gözleriyle gören
Suriyelilerin ülkelerinde 2011’de patlak veren
silahlı çatışmadan kaçmada yavaş davranmaları
şaşırtıcı değil. 2012 yazına kadar az sayıda Suri-
yeli şiddet ve silahlı çatışmalardan kaçmak için
sınırı geçti. Bugün bile sayılar bize benzer bir
hikâyeyi anlatıyor: 2 milyon kadar Suriyelinin,
ülkelerindeki silahlı çatışmadan kaçarak Türki-
ye, Lübnan ve Ürdün’e sığınmak için uluslara-
rası sınırları geçtiğini biliyoruz. Fakat çok daha
fazlası –bazılarına göre 6 milyon kadarı- çatış-
malardan kaçtı; ancak ülke sınırları içerisinde
sığınacak yer aradı. Acaba onlar geçen yüzyıldan
şu dersi mi çıkardılar: “Eğer Filistinliler ve Irak-
lılar gibi yurdunuzdan çıkmaya zorlanıyorsanız,
geriye hiç dönemeyebilirsiniz.”
Orta Doğu’nun modern tarihi
fethedilen ve fakat sonradan
yitirilen memleketlerden hem
hızlı hem de kademeli olarak
gerçekleştirilen zorunlu
göçlerin tarihidir.