Background Image
Previous Page  24 / 68 Next Page
Basic version Information
Show Menu
Previous Page 24 / 68 Next Page
Page Background

Gündem

24

PERSPEKTİF

• SAYI 235 • KASIM

2014

ESRA

ÖZYÜREK

*

»

e.g.ozyurek@lse.ac.uk

“İslam’la tanışmadan evvel Müslüman-

larla karşılaşmış olsaydım asla Müslüman

olmazdım.” Çelişkili bir biçimde, 1980’lerde

İranlı İslam devrimcileriyle tanışarak Müs-

lüman olmuş 50 yaşında bir adam, Araplarla

Türkleri Hristiyan yapmaya çalışırken İslam’a

gönlünü kaptıran ve şimdi imamlık yapan bir

Alman ve de Bosnalı erkek arkadaşı vesilesiy-

le Müslüman olan eski Doğu Almanyalı bir

kadın... Hepsi, bu sözü söyleyenlerden.Alman

Yahudilerinden Muhammed Esed, bugünün

İslam dünyasında bir genç olsaydı, 1926’da

yaptığı gibi yine İslam’ı bulacağından şüphe

duyduğunu anlatır: “İnsan Doğu’da çok Müs-

lüman bulur; ancak bugünlerde İslam’ı pek az

bulabilir. Halbuki Batı’da çok az Müslüman

var, fakat daha çok İslam var.”

Müslümanlığı seçen Almanların birçoğu,

Müslümanlarla yakın ilişkilerin ardından İs-

lam’ı benimsemiş, bununla beraber pek çoğu

İslam’a girdikten sonra göçmen Müslüman-

lardan uzaklaşmış. İslam’a giren Almanlar

İslam’ı seviyor; fakat “doğuştan” Müslüman

olanları sevmek, onlara her zaman kolay gel-

miyor.

İslam’ı benimsemenin düşmanca karşı-

landığı siyasi bir atmosferde bazı AlmanMüs-

lümanlar, İslam’a Türkler ve Araplardan ay-

rıştırarak meşru bir zemin açmaya çalıştılar.

Bir kısmı İslam’ın bir Alman dini şeklinde ya-

şanabileceği görüşünü yaymaya çalışırken di-

ğerleri bütünüyle ulus sonrası (post national)

bir İslam’ı telkin ediyorlar. Her iki grup da Al-

man olmanın İslam’la sadece uyumlu olmak-

la kalmadığını, hatta bunun daha iyi bir Müs-

lüman olmayı sağlayabileceğini iddia ediyor.

Müslüman olan Almanlar, bunu yaparken, bi-

yolojik ve kültürel ırkçılığa karşı çıkıyor, ama

aynı zamanda homojen bir Alman ve Avrupa

kültürü anlayışını da yeniden üretiyorlar. İşte

bu esnada ihtida edenlerin hayatlarındaki te-

zatlara odaklanarak, Müslümanları gittikçe

daha da ötekileştiren bir toplumda İslam’ı

benimsemenin ne anlama geldiğini anlamak

büyük önem taşıyor.

Şimdilerde sayıları onbinlerle ifade edilen

Müslüman Almanların, İslam’ı Alman kimli-

ği içinde yerleşikleştirmek kadar, Müslüman

ümmetin içerisinde Almanlara nasıl meşru

bir yer açtıkları da merak konusu. Müslüman

olan Almanların, Müslümanların yaygın bir

biçimde marjinalleştirilmesi ile kendilerinin

İslam’a olan hayranlıkları arasında nasıl bir

uzlaşı kurdukları sorulmalıdır: Bir kimse nasıl

ve niçin İslam’ı sever ve fakat göçmen Müs-

lümanları ve onların İslami uygulamalarını

sevmekte zorlanır? İslam’ın gittikçe ırklaştı-

rıldığı bir zamanda “beyaz” Müslüman olmak

ne anlama gelir? Alman Müslümanlar, din

değiştirmelerinin ardından göçmen Müslü-

manlarla nasıl ilişkiler kurarlar? Öncesinde

Hristiyan ya da ateist olan Alman Müslüman-

lar, Almanya’da ırk, din ve aidiyet arasındaki

ilişkiye dair tartışmaları nasıl şekillendirirler?

Avrupa’ya dışarıdan gelmiş gibi addedilen bir

dini benimseyen yerli Avrupalıların deneyim-

lerine odaklanan bu sorular, aynı zamanda

İslamofobi olarak adlandırılan ön yargıları

anlamak için de önemlidir. Hem ana akım

Alman toplumunun, hem de göçmen kökenli

Müslümanların sonradan Müslüman olanlara

tepkileri biyolojik ve kültürel ırkçılığın kesiş-

tiği noktaya ışık tutmaktadır.

Milyonlarca Müslüman işçinin gelişi, Al-

manya’da 2. Dünya Savaşı sonrasındaki ge-

lişmelerin en çarpıcılarından biri oldu. Bu

Avrupa’da Irk, Din ve İhtida:

Alman DoğupMüslüman Olmak

Müslüman kimliği, Avrupa’da ihtidaların artmasıyla yeni durumlarla karşı

karşıya kalıyor. İhtida eden Almanların İslam’ı ulus ve kültür bağlamından çı-

kartma eğilimleri bunlardan biri. Ulussuzlaştırılmış ve geleneksizleştirilmiş bir

Müslümanlığın sonuçlarını ise zaman gösterecek.