Müslümanlarınmevcut topluma uyum sağlamaları etrafında şekillenen ve bit-
meyecekmiş gibi duran “entegrasyon” tartışmaları, dindarlığı problem olarak
gören bir yöne doğru evrileli çok oldu. İnançlarının tabiatı itibariyle aşırılığame-
yilli olarak damgalanan Müslümanların uyumu da, okullarda İslamdin dersle-
rinin sunulması ve ilahiyat fakültelerinin kurulması da aşırılığı önleyici tedbirler
olarak görülürken, din özgürlüğü ve devletin tarafsızlığı gibi temel değerler bir-
çok siyasetçi tarafından hâlâ tali meseleler olarak görülüyor.
11 Eylül’den bugüne dek terörizmle mücade-
le Avrupa devletlerinin ajandasında çok tartışı-
lan yerini korudu. Avrupa’da ciddi bir kamuoyu
tartışması ve akademik çalışmalar olmaksızın,
birçok özgürlüğü kısıtlayan güvenlik tedbirle-
ri alındı; örneğin Almanya, 11 Eylül’den sadece
8 gün sonra ilk güvenlik paketini oluşturdu. Bu
adımlar atılırken terörizmin siyasi ve sosyal ne-
denleri sağlam bir şekilde tartışılmadı. Güvenlik
paketleri ve stratejileri, mevcut verilerden hare-
kete geçerek değil, 11 Eylül’ün arkasında yattığı
tahmin edilen soyut bir “İslami terör” konseptine
dayanarak oluşturuldu. Yasal düzenlemeler, suç
işleyen kişilere değil; tehdit senaryoları üzerin-
den tehlike “kaynakları”na yönelik olarak ger-
çekleştirildi. Bu anlamda geliştirilen yaklaşım da
“önleyici” (İng. “preventive”) bir yapı aldı.
Tehlikeye neden olan kişinin hareketlerinden
sorumlu tutulduğu kamu güvenliği hukukunun
aksine “önleyici devlet” mantığı, somut bir za-
rarın çıkmasını beklememektedir. Bu mantık,
kendisinden tehlike gelebilecek vatandaşlarla
potansiyel şüphelileri tanımlar ve potansiyel
şüphelilerin sürekli izlenmelerini salık verir. Her
ne kadar temel hakları kısıtlasa da bu “önleyici
politika” meşru kabul edilir. Bu anlamda ted-
birler, ceza eylemi işleyen kimselere değil; ceza
eylemi işleme ihtimali olan kişilere, ceza işleye-
bilecek insanları “üretebilecek” kesimlere ve bu
insanları teşvik edebilecek söylem ve ortamlara
yönelik olarak gerçekleştirilmektedir. Bu anlam-
da güvenlik kurumları önceden kurguladıkları bir
alanda radikalleşme senaryoları üzerinde çalışır-
lar.
Geçtiğimiz 10 yılda Almanya, Birleşik Krallık,
Hollanda ve Danimarka başta olmak üzere Avru-
pa’nın birçok ülkesinde hükûmetler “Müslüman-
ların radikalleşme süreçlerini önleyici tedbirler”
ismiyle farklı stratejiler oluşturdular. Avrupa
Birliği Bakanlar Konseyi 2004 yılında radikalleş-
me süreçlerinin önlenmesi için bir aksiyon planı
oluşturmuş; bu planın ana amaçları, “terörizm
bağlantılı aktivitelerin engellenmesi, ekstremist
aktörlere karşı ‘çoğunluğun’ güçlendirilmesi ve
güvenlik, hukuk, demokrasi ve şans eşitliğinin
teşvik edilmesi” olarak belirlenmiştir. Fakat so-
runsuz gözüken bu başlıkta kalmak yerine önle-
yici tedbirler kurgusuyla radikalleşme olasılığın-
dan hareketle dindarlık ve dindarlığı teşvik eden
ortamlar (cami, din eğitimi gibi) bu konseptlere
dâhil edilmiştir.
Böylece önleyici tedbirler kapsamına, “de-
mokrasiye kasteden” ve “özgür demokratik
düzene karşı olan” riskli gruplar alınmıştır.
Müslümanlara yönelik önleyici tedbir program-
larında ise “İslamcılık”, “cihat”, “terörizm”, “eks-
tremizm”, “radikalleşme” gibi kavramlar aynı
torbada harmanlanmış, “risk” altındaki kişi ve
grupların kapsamı mümkün olduğunca genişle-
tilmiştir.
Bu denklemde potansiyel şüpheli olarak gö-
rülen Müslümanlara yönelik ayrımcı siyasi ajan-
dada, kör göze parmak sokulur gibi ırkçılık da
yapılamayacağı için, ilgili tedbirler İslamcılık
kurgusu ile mücadele üzerinden gerçekleştiril-
miştir. Böylece, “Biz İslam’la değil; siyasi, sosyal
ya da hukuki bir düzen kurgulayan İslamcılıkla
mücadele ediyoruz.” argümanı, Müslümanlar ta-
25
OCAK 2015 • SAYI 237 •
PERSPEKTİF