İRŞAD
“Vergi zekât değil, zekât da vergi değildir.”
17 Kasım 2018İslam Toplumu Millî Görüş Din İstişare Kurulu (DİK) 3 Kasım’da yaptığı oturumda, alacakların icra takibi ile alınması, zekât ve vergi münasebetleri gibi çeşitli konuları görüştü.
IGMG Din İstişare Kurulu (DİK) 3 Kasım’da gerçekleştirdiği oturumda dört ayrı konuyu müzakere etti. İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Saffet Köse, “Borçlulara İcra Takibi ve Faiz” konusu ile alacakların tahsili için icracı görevlendirilip görevlendirilemeyeceği ve bu işlemlerden alınan ücretlerin hükümleri hakkında açıklamalarda bulundu. Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Soner Duman, turizm ile uğraşan kişilerin işletmelerinde içki veya domuz eti gibi Müslümanlara haram olan gastronomi hizmetlerinin verilip verilemeyeceği ve Müslümanların, diğer dinlerin ibadethanelerine ziyaret düzenleyip düzenleyemeyeceği sorularına cevaplar aradı. Yine Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Süleyman Kaya, zekât ve vergi ilişkisi üzerine açıklamalarda bulunurken, DİK Üyesi Dr. Lokman Çıtak daha çok Fransa’da yaygın olan ve adına Viager (Vyaje) usulü ev alım satımı denilen sistemi izah etti.
Genel Başkan Kemal Ergün de toplantıya katılarak görüş ve çalışmaları ile Din İstişare Kurulu’na katkıda bulunan hocalara teşekkür etti. “Öncelikle, 30 yıldan beri bu çalışmaları başlatan, katkıda bulunan tüm hocalarımıza teşekkür ediyorum.” diyen Genel Başkan Kemal Ergün, bu çalışmalarda, bazen meselelerin amatörce ele alınmış olmasına rağmen, akademik pek çok çalışmalardan daha etkili olduğunu söyledi ve şöyle devam etti: “Yaşadığımız dünyada küreselleşmenin getirdiği iletişimden yola çıkarak, artık çalışmalarımızı çok daha profesyonel, içi dolu, toplumları dönüştürecek çalışmalar hâline getirmeliyiz. Allah Resulü’nün talebeleri olduğumuza inandığımıza göre bir bakalım. O (s.a.v.), yaşadığı toplumu, bir cahiliye toplumu olan Mekke ve Medine’yi asr-ı saadet toplumuna dönüştürdü. İnsanlar aynı insandı. Gökten yeni insan inmedi, yerden yeni insan türemedi. Yol kesenler dâhil, hepsi dönüştü. Yesrib Medine’ye dönüştü. Bu bize şunu gösteriyor: Hikmet, söylem, bilgi ve anlayış bir noktada birleştiği zaman, tesirli olmaması mümkün değil. Onun içindir ki, çalışmalarımızın güzel bir şekilde kendi cemaatimize, Müslümanlara ve insanlığa sunulması lazım. Ben hocalarımızın bu samimiyetle çalıştığına inanıyorum.”
Bugün İslam dünyasının en çok mustarip olduğu konunun, ihtilaf ederken yeni bir gelenek ortaya koyamama konusu olduğuna vurgu yapan Genel Başkan Ergün, İslam fıkıh geleneğinde tartışma ve ihtilafların bitmediğini, bitmemesi gerektiğini dile getirdi. “Çünkü, ihtilaf yeni çözüm üretmeye götürür. Bu bir zenginliktir.” diyen Ergün şöyle devam etti: “Ancak kadim ulemanın ihtilafının bir geleneği vardı. Bugün âlimlerin ihtilafında yeni bir gelenek inşa etme değil, var olan geleneğin yıkılması var. Var olan gelenek yıkılırsa, aidiyet, mensubiyet, gelenekten alınan şuur, bilgi ve birikim ortadan kalkacaktır. Bu ortadan kalkan bilginin yerine koyacak bilgi de yok. Az bir şeyden, saman alevi gibi her şeyden etkilenen insanlar var. Bu yüzden bizim çalışmalarımız önem arz ediyor. Bu çalışmalar, anlaşılabilir bir dille, profesyonelce yapılmalıdır. Yani topluma arz edebileceğimiz, toplum tarafından da anlaşılabilir olmalıdır. Kısa vadede, oluşmuş ya da olabilecek olan olayları, İslami bir bakışla inceleyen bir bakış açısı ortaya koymak istiyoruz. Bu çalışmalar, gelecek nesillere bir delil olsun, bizim önümüzü açsın, gelecek nesillere de yol gösterici olsun istiyoruz. Çok büyük bütçesi, sayısız uzmanı olan kurumların yaptığı ile bu yapılan çalışmaları mukayese edersek, bunların daha verimli olduğunu görüyoruz. Biz bunun, samimiyetimizden kaynaklanan bir bereket olduğunu düşünüyoruz. Biz bununla, Müslüman toplumun geleceğini inşa ediyoruz ve en büyük sadaka olarak değerlendiriyoruz. Çünkü bu bizim için bir sadaka-i câriye olacaktır.”
Alacakların tahsilindeki icra ve inkasso uygulamalarının hükümleri hakkında konuşan Prof. Dr. Saffet Köse İslam’ın ana kaynaklarında borçlanmanın hoş karşılanmadığını, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in küfür ve borçtan Allah’a sığındığını, borçlu olarak ölmüş birisinin cenazesi getirildiğinde onun borcunu ödeyecek birisinin olup olmadığını sorarak, borcunun ödenmesinden sonra namaz kıldığını ifade eden Köse, alacaklının borçlusu üzerinde belli yetkilere sahip olduğunu ancak, bu yetkilerin meşru ölçüler dâhilinde olması gerektiğini söyledi.
Borcun ödeme zamanı geldiği hâlde ödeme imkânı yerinde olan borçlunun borcunu ödemeyi ağırdan alması, oyalaması, savsaklaması, geciktirmesi sorumsuzluktur, İslam ahlakıyla bağdaşmayan bir davranıştır.” diyen Köse, borçlunun borcunu ödememesi hâlinde alacaklının hukuk yoluna başvurarak alacağını tahsil edebileceğini, bu süreçte yapmış olduğu masrafları borçluya ödettirebileceğini, fakat gecikme dolayısıyla değer kaybı haricinde bir miktarın alınamayacağını söyledi. Köse, özetle şöyle konuştu:
“Alacaklı, alacağını tahsil etmesi için kişi ya da bir kuruma yetki verebilir. Bunun için bu kişi ya da mesela inkasso şirketi emeği karşılığında borçludan ek ücret alabilir. İcra ya da inkasso, ödeme durumu olup da ödememekte ısrar edenler için geçerlidir. Borcunu ödeyemez durumda olan bir borçluya aynı muameleyi yapmak ahlaken doğru değildir. Bu, hakkın kötüye kullanımına girer.”
Doç. Dr. Soner Duman, turizm ve otel işletmeciliğinde helal kazanca mutlaka dikkat etmek gerektiğine işaret etti: “Müslüman’ın yeryüzü imtihanının en önemli konularından birisi ‘helal kazanç’ konusudur. Haram kazançtan uzak durmak zorunlu olduğu gibi buna vesile olmaktan da uzak durmak gerekir. Buna göre edinilmesi ve yararlanılması haram olan bir mal veya hizmetin sadece alım-satımı değil, reklam, pazarlama, nakliye, duyuru vb. yönleri de haramdır.” diyen Duman, Müslümanların içki ve domuz eti gibi gastronomi hizmetinde bulunamayacakları gibi, otel veya turistik işletmelerinde İslam’a göre mahremiyeti ihlal eden uygulamaları turizm gelirleri diye yapamayacaklarını söyledi.
Başka dinlerin mabetleri veya geçmiş ümmetlerin tapınak, idari ya da kültürel miraslarının bulunduğu mekânları ziyaret etmenin ise ilkesel olarak yasak olmadığını söyleyen Duman, buraları tazim edecek davranışlarda bulunmamak, ibadetlere iştirak etmemek gibi durumların ise mutlaka göz önünde bulundurulması gerektiğini söyledi.
Doç. Dr. Süleyman Kaya da, “Vergi veriyorum, dolayısıyla zekât vermem gerekmez.” veya, “Zekât veriyorum, dolayısıyla vergi vermem gerekmez.” şeklinde vergi-zekât bağlantısı kurulmasının uygun olmadığını söyledi. Vergi ile zekât arasında benzerliklerin yanı sıra farklılıkların da olduğuna dikkat çeken Kaya, “Zekâtın vergiden en önemli farkı, sarf yerlerinin sınırlı olması denilebilir. Zekât gelirleri sair kamu giderlerine harcanamaz. Dolayısıyla zekâtın belli yerlere sarfı zorunludur. Vergi, gelir, tüketim ve servetten alındığı gibi şahıs ve yerleşim birimi başına da alınabilir. Zekât ise gelir getirme kabiliyeti bilkuvve bulunan servetten alınır. Onun için, zekât veren kimse vergi de verecek, vergi veren de ayrıca zekât da verecektir.” diye konuştu.
Dr. Lokman Çıtak daha çok Fransa’da yaygın olan ve adına Viager (Vyaje) usulü ev alım satımı denilen sistemin, İslam fıkhında garar ve cehalet denilen hâlleri içermesi sebebiyle sözleşmelerin geçerli olmayacağını ifade etti ve şöyle dedi: “Bir satım akdinin şer’an geçerli olabilmesi için fiyatın ve satın alınan malın malum olması gerekir. Viager sisteminde sözleşmede bir belirsizlik (garar), ödeme süresinin bilinmemesi sebebiyle de bilinmezlik (cehalet) vardır. Dolayısıyla bu tür sözleşmelerle alım satımın caiz olmaması gerektiği kanaatindeyim.”
DİK toplantısında görüşülen konulara ilişkin kararlar daha sonra açıklanacak ve PLURAL Yayınevi tarafından Fetâvâ adıyla okuyucunun ilgisine sunulacak.