CUMA HUTBESİ
Hutbe: Ümmet ve İttihat
23 Ağustos 2017Muhterem Cemaat!
İslam toplumu, Peygamberler zincirinin son halkası ve âlemlere rahmet olarak gönderilmiş Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ümmeti olma lütfuna mazhar olmuş fertlerden müteşekkildir. Yüce Rabbimiz, Âl-i İmrân suresinin 110. âyet-i kerîmesinde bu topluluğu şöyle tanımlamaktadır: “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışır ve Allah’a inanırsınız…”[1]
İslam toplumunu oluşturan fertler arasındaki ilişki tek bir kelimeyle özetlenebilecek olsaydı, buna “kardeşlik” ismini vermemiz en doğrusu olurdu. Nitekim yüce Peygamberimiz; “Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (zalimlere de) teslim etmez. Kim din kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun ihtiyacını giderir. Kim bir Müslüman’ın sıkıntısını giderirse, Allah da onun kıyamette sıkıntısını giderir. Kim bir Müslüman’ın ayıbını örterse Allah da o kimsenin kıyamette ayıbını örter.”[2] buyurmuşlardır.
Değerli Müminler!
Müslümanları birbirleriyle kardeş kılan, bizatihi varlığın yegâne sahibi olan Rabbimizdir. Hucurât suresinin 10. ayetinde, müminlerin mutlak bir şekilde kardeş oldukları çok açık bir ifadeyle beyan edilmektedir.
Muhterem Müslümanlar!
Bir medeniyetin çöküşü ve tarih sahnesinden silinmesi, öncelikli olarak o medeniyet mensuplarının birlik, beraberlik ve aidiyet duygularının zedelenmesiyle başlamaktadır. Dili, rengi ve kültürü birbirinden farklı insanları dinde kardeş kılan İslam dini, büyük bir medeniyetin ihtiyaç duyduğu toplumsal dayanışma ruhunun temellerini atmıştır. Müslümanların birliğinin inşa edilmesi Allah’ın bizlere bildirdiği önemli emirlerdendir. Âl-i İmrân suresinin 103. ayetinde şöyle buyurulur: “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.”[3] Bu ayet, bölünmüşlüğün parçalanma, ittihadın da rahmet getireceğini bildirmektedir.
Değerli Kardeşlerim!
Günümüz İslam coğrafyasının içler acısı hâlinin en önemli sebeplerinden birisi şüphesiz ki Müslümanlar arası uhuvvet eksikliğidir. Müslümanlar ne yazık ki, aralarında mevcut olması gereken inanç temelli kardeşlik ruhunu tesis edememektedir. Bunun yerine etnik ve dil temelli birliktelikler peşinde koşma gayretleri göstermektedirler. Elbette bu durum müminlerin birliğini zedelemekte, Allah’ın birbirlerini kardeş kıldığı Müslüman toplulukları tefrikaya düşürmektedir. Çakıl taşı hükmündeki farklılıklarımızı gözümüzün önüne getirip, arkasındaki sıradağlar misali İslam kardeşliğine dayalı birlikteliğimizi gözden kaçırmaktayız. Oysa kardeşliği kendisine temel kılmış bulunan İslam ümmetinin dayanışma içinde olması, Müslümanların yeryüzündeki farklı inanç ve kimlik mensubu insanlara karşı da kaçınılması mümkün olmayan bir vazifesidir. Sevgiyi, barışı ve adaleti yaygınlaştırarak kan, zülüm ve gözyaşına neden olan toplumsal sorunların üstesinden gelmek hepimizin boynunun borcudur.
Aziz Kardeşlerim!
Kardeşlik hukukunun en belirgin özelliği karşılıklı sevgi ve rahmettir. Yüce Peygamberimiz; “Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız.”[4] buyurarak, Allah’ın rızasını kazanmanın en önemli yolunun Müslüman kardeşlerimizi sevmekten geçtiğini beyan etmektedir. Hayat ve dünya görüşünün ilhamını Kur’an ve sünnetten alması gereken Müslümanlar, İslam coğrafyasının tüm sathındaki kardeşleriyle olan ilişkilerini geliştirmeli ve ümmetin vahdetini tekrardan oluşturmalıdır. Bu noktada gayret göstermek tüm müminlerin üzerine düşen dinî bir vecibedir.
Mevlamız, ümmet-i Muhammed’in kardeşlik hukukunun tesisini, dünyada adalet ve barışın tekrar ikame edilmesi için gayret gösterildiği günlere kavuşmamızı nasib-i müyesser eylesin!
[1] Âl-i İmrân suresi, 3:110
[2] Buhârî, Mezâlim, 3; H. No:2442
[3]Âl-i İmrân suresi, 3:103
[4] Müslim, İman, 93-94; H. No:101