Cemiyet Haberleri
Belde-i Tayyibe’den (IV)
15 Ocak 2006Bu gün sabah namazını Ravza-i Mutahhara’da kıldık. Namazdan sonra adına iç geziler tabir edilen bir proğram çerçevesinde hacılarımıza ilk olarak Mescid-i Nebevinin ilk bölümünü işaret eden ve direklerde yazılı olan levhaları takip ederek tekrar Ravza-i Mutahharayı tanıttık. Bilhassa Osmanlılar zamanında yapılan restore sırasında son derece güzel arabeskler içerisine Peygamberimizin zamanında yapılan cami planına göre sınırları belirten levhalar yazılarak asılmış; bunun yanında ilk mescidde bulunan ve bir kısmı tarihe mal olmuş sütunlar; hepsinin de isimleri yine aynı minval yazılmış ve levhalarla tesbit edilmiştir. Ancak birçok insan bunun farkına varamıyabilir. Zaten bu izleri aramaya da bir çoğu zaman imkan yoktur. Çünkü uzun boylu hareket etme imkanı bırakmıyan bir kalabalık olduğu gibi, sizin böyle iz sürerek tarihi araştırma yapmanıza ayrıca farkında olursa içerdeki görevliler de engel olurlar. Yıllar önce Mescid-i Nebevi’yi bize bu şekilde tanıtan yine yıllar önce emekli olduktan sonra Medine-i Münevvere’ye hicret etmiş bir hocamız olmuştu da bu ayrıntılar bizim de o zaman dikkatimizi çekmişti. Böyle iz sürerek mescidi tanıtmamız, adeta hacılarımızı ondört asır öncelere götürdü ve onları duygulandırdı.
Mescid-i Nebevi ziyaretinden sonra, mescidin türbe ziyaretinden çıkılan kapıdan hafif sağa ve ikiyüz metre doğu yönünde yüründüğünde karşınıza yüksek duvarlı ve parmaklıklı demir kafeslerin oluşturduğu bir saha çıkar ki burası Baki’ mezarlığıdır.
Baki’ mezarlığına ve bütün kabristanlara Suudi Arabistanda kadınlar giremiyor. Biz de bütün kafileye karışık olarak dışardan Baki’ kabristanlığını tanıtıyoruz. Bu kabristanda kimlerin kabirlerinin bulunduğunu anlatıyoruz. Bize ulaşan bilgilere göre, bu kabristanda ashab-ı kiramdan onbin kadarının mezarı vardır. Başta Hz. Osman, Hz. Hasan, Hz. Ayşe, Hz. Fatıma, Peygamber efendimizin Hz. Hatice’nin dışındaki diğer hanımları, kızları, aşer-i mübeşşereden bazıları olmak üzere adını sayamıyacağımız kadar çok sahabe medfun olduğu gibi, tabiin ve tebe-i tabiinden de çok sayıda tarihe mal olmuş büyük insanların kabri vardır. Örneğin, Maliki mezhebinin kurucusu büyük alim İmam Malik (rhm) gibi. Yine tarihte iz bırakmış, büyük mücadeleler vermiş, Şeyh Şamil gibi, Mahmut Sami Efendi, Erzurumlu Hattat Mustafa Efendi ve en son Ali Ulvi Kurucu gibi son devir alim ve tasavvuf büyüklerinin de kabri Cennetu’l Bakü’ de denilen, Baki’ kabristanlığındadır.
Cennetu’l Baki’ kabristanlığına ilk defnedilen sahabe, İslam’ın Medinede yayılmasında büyük emekleri olan ensar müslümanlardan Esat b. Zürare (ra), Muhacirlerden ise, Osman b. Maz’un (ra) olmuştur.
Cennetu’l Baki’ mezarlığında Emevi, Abbasi ve Osmanlı devletleri zamanında bazı kabirlerin üzerine türbeler inşa edilmiş; hatta örneğin Hz. Hasan (ra)’in türbesinde olduğu gibi hem üzerinde oturulacak hem de namaz kılınacak şekilde binalar mavcut imiş. Ancak 1806 yılında Suud b. Abdilaziz bunları yıktırmış ve dümdüz bir hale getirilmiş. Ardından Sultan II. Abdulhamit bunları tekrar yaptımışsa da 1926 yılında yine Suudiler burayı mezarlar belli olmuyacak şekilde düz bir tarla mezarlık haline getirmişlerdir. Sadece bazı kabirlerin baş ve ayak uçlarında birer taş bırakılmış ama onların da tam olarak kimlere ait olduğu belirtilmemiştir. İşin türbe boyutuna ulaştırılması da doğru değil ama, bu şekilde olması da hiç doğru değil.. İslam dünyasının bir handykapı odur ki, işimiz ya ifrattır ya da tefrittir. Bunun ortasını bir türlü bulamıyoruz.
Hz. Ayşe (ra)’dan gelen bir rivayette Peygamber Efendimiz (as) zaman zaman Cennetü’l Baki’ mezarlığına gider ve orada medfun olanlara dua ederdi. Biz de hacılarımıza dua etmelerini, fatihalar okumalarını tavsiye ediyoruz. Ashab-ı kiramın, bilhassa ensar müslümanların muhacir müslümanlara sahip çıkma konusundaki fedakarlıklarını, İslam kardeşliği müessesesinin nasıl oluştuğunu, hangi fonksiyonları taşıdığını, fitne ve fesadın kardeşlik bağlarını nasıl bozduğunu vs. konuları anlatıyor ve bunlardan dersler ve öğütler almamız gerektiğini vurgulamaya çalışıyoruz.
Hanımlar içeri giremediği için onları geride bırakarak erkek hacılarla birlikte kabristana giriyoruz. Kabristan, bizim tanık olduğumuz mezarlara benzemiyor. Adeta ekimi yapılmış ve üzerinden tapan geçmiş bir tarlayı andırıyor. Etrafı yıkık bina duvarlarından oluşan bazı kesimler var ki, etrafında daire biçiminde insanlar toplanmış ve dualar okumaktalar, sesli ağlayanlar var, kendi lisanlarınca ağıtlar yakan gruplar var. Bilhassa Ehl-i Beyt’e ait olduğu bilinen kabirlerin etrafında İran kökenli hacıların daha yoğun olduğu gözleniyor. Bir taraftan Kur’an-ı Kerimler okunurken bir taraftan da güzel sesli gazelhanların söylediği na’tlarla insanlar heyecan ve duygu selinde boğuluyor ve göz yaşı sel olup çağlıyor. Biz de hacılarımıza bildiğimiz kadarıyla, Efendimizin eşlerinin kabirlerini, Ehl-i beytten Hz. Fatıma validemiz, oğlu Hz. Hasan efendimiz, Efendimizin diğer kızlarının kabirlerini, Ehl-i beytten gelen imamların kabirlerini, Cennetü’l baki’nin en güney kısmına doğru Hz. Osman (ra) efendimizin kabirlerini ziyaret ettiriyor ve fatihalar okuyoruz. Bir saate yakın süren Cennetü’l baki’ ziyaretimizi tamamlıyor ve otellere dönüyoruz.
Bugün ve sonrasında yapılacak bazı proğramlar hakkında bilgilendirmeler yapıyoruz. Otel salonlarından ziyade İslam’ın kök saldığı dönemlere ait, ilk tebliğ, davet ve mücadeleler hakkındaki bilgileri tarihi mekanlarda anlatmak, hacıları bilgilendirmek adına çok güzel oluyor. Mescid-i Nebevi’nin bahçesinde bazı yerler tesbit ederek oralarda, akşamla yatsı arasında, yatsı namazlarının ardından ve sabah namazları sonrasında adına “Yeşil Kubbe Sobetleri” dediğimiz bir proğramla hacılarımıza hem Siyer-İslam Tarihi bilgileri, hem de başta Hac ibadeti olmak üzere dinimizin diğer ibadetleri hakkında bilgilendirmelerde bulunuyoruz. Bu sohbetler çok etkili oluyor. Peygamber Efendimiz ve ashabının ayak izlerini, arıyoruz, vermiş oldukları mücadeleyi, adım adım kurulan İslam Medeniyetini, insanlığın elde etmiş olduğu hakları, sürülüp çıkarılan adaletsiz uygulamaların serüvenlerini hep anlatıyoruz. Tarihte yaşanmış olayların mekanlarında verilen bu bilgiler, dinleyenlerimizi asırlar ötesine götürüyor. Çok faydalı ve çok etkili bir çalışma olduğunun eserlerini sonradan müşahede ediyoruz.
Mescid-i Nebevinin etrafında gezerken, bu proğramları tatbik ederken, bir Cenntü’l Baki’ içinde yaşayan ashabın sadece onbin kadar olduğunu, Peygamberimizin vefat ettiği zaman yarım milyondan fazla olan ashabının neden bu kadar az bir kısmının Medine’de kaldığını, diğerlerinin nerelere gittiğini ve nerelerde kaldığını düşünüyoruz. Örneğin, bizim insanımızın da yakinen tanıdığı Ebu Eyyup el-Ensari hz.lerini hatırlıyoruz. Medinede İslam’ı ilk kabul edenlerden, Peygamberimizi altı ay evinde müsafir etme şerefine ermiş, hemen her seferde Peygamberimizle olmuş, İslam Medeniyetinin Medine’de kuruldğu o ilk yıllarda her safha da Rasulullah’ın yanında olmuş. Raşit halifeler döneminde de yine üzerine düşen her şeyi yapmış, yaşı da doksanları aştığı bir sırada, yine cihad ordularının arasında ta İstanbul önlerine kadar gelmiş ve İstanbul surlarının önünde vefat etmiş. Şimdi bu yüce sahabe, şöyle diyebilirdi: Ben ilk müslümanlardanım, bütün hayatı boyunca Peygamberimizle beraber oldum; onu evimde müsafir ettim; hiçbir seferden geri kalmadım, dinimle alakalı her şeyi yaptım; yaşım da doksanın üstüne çıktı. Evim de Peygamberimizin evinin sadece elli metre uzağında, bırakınız Medine’de kalayım ve öldükten sonra da Peygamerimizle beraber olayım diyebilirdi; hiç kimse de buna itiraz etmezdi. Ama o bunu yapmamış, o yaşında bile dini adına yapabileceği daha bazı şeylerin olduğunu hesaplıyarak bu uzak sefere çıkarak daha sonraki asırlarda gelecek müslümanlara örnek olmak istemiştir. Ebu Eyyup el-Ensariye benzeyen onbinlerce sahabe var ki, bunların hepsi İslam için hangi boyutta gayret sarfetmemiz için her birisi bizim için tam birer örnektir. İşte Kıbrısta yatan, Peygamberimizin halası Hala Sultan hz.leri. İşte anadolunun hemen her şehir ve köyünde medfun bulunan Peygamber arkadaşları. “Ümmetim yıldızlar gibidir; hangisine tabi olsanız hidayete erersiniz” (Ahmed b. Hanbel, Tirmizi) buyuran Efendimiz (as) boşuna konuşmamıştır.
Yarın inşaallah içgezilerimize devam edeceğiz.
M. Hulusi Ünye
29.12.2005