Cemiyet Haberleri
Kurban Kampanyası – Endonezya 3. Gün
19 Aralık 2008Elhamdülillah biz zamanında yola çıkmış ve protokol kapısından park problemi yaşamadan içeri girmiştik. “Allahahu ekber, Allahu ekber, Allahu ekber, lâ ilahe illallahü vallahü ekber, allahu ekber velillahil hamd” nidalariyla uyanmiştık. Bu nidaları İstiklal Camiine yaklaştıkca daha bir gür seda ile duyuyorduk. İnsanın tüyleri diken diken oluyor. Müslüman bir ülkede ve müslümanların arasında olduğumuzu iliklerimize kadar hisediyoruz. Çok güzel bir duygu. Ezan ve tekbirlerin sesindenden, birilerinin rahsız olacağı duygusundan tamamen uzak bir şekilde, bizde tekbirlere katılıyor ve yorulana kadar birlikte söylüyoruz.
Önümüzden sırayla müslüman ülkelerin konsoloslarının, büyükelçilerinin geleneksel kıyafetleri içerisinde geçişini uzun bir süre izledik. Ve gecen her kravatlı, siyah saçlı kara gözlü takım elbiseli birinin, Türkiye'nin temsilcisi olabileceği umuduyla birbirimizle baktık. Ama her seferinde hayal kırıklığına uğradık, malasef bizden kimse gelmemişti.
Saatler sekizi gösterirken mihrabın solundaki küçük bir kapıdan Endonezya devlet baskanın gelmekde oldugu yüksek bir sesle ilan edildi. Halkın arasında bir hareketlilik ve uğulu kopdu ama bu hareketlilik çok kısa sürdü. Başkan sabah namazının sünnetini kıldıktan hemen sonra yerine oturdu ve akebinde bayram namazı için hrekez ayağa kalktı. Protokol tabelaları kaldırılmış, normal camii sistemine, yani saflara dönüştürülmüştü. Bir anda kendimizi büyükelçilerin arasında bulmuştuk. Huşu içerisinde namazımızı kıldık ve kısa süren bir bayramlaşma sonunda, yüzbinlerce insan hiç bir patırtı ve gürültü çıkarmadan dağılmıştı. Zaten Endonezya'da en çok dikkatimizi çeken insanların sürekli güleryüzlü oluşları ve birbirlerine kibarca davranışları. Çok az polis gördük, hele asker hiç görmedik.
Bugünkü programızda iki Kurban Bölgesine ziyaret vardı. İlk durağımız doğu Jakarta'da şehrin kenarında ki nehrin sol kıyısı boyunca kurulmuş, kamıştan yapılmış evlerle suların üzerinde yaşayan ve balıkcılıkla geçinen insanların oluşturduğu mahalle oldu. Nehir havzası boyunca yaklaşık 3 metre derinliğindeki suların içine dikilmiş kalın kamışların üzerine kurulmuş, bazen ahşap bazen kamışdan inşaa edilmiş barakalarda yaşayan insanları ziyaret ettik. Giderken götürdügümüz sadakaları dağıtmak için ev ev dolaştık. Fakirliğin ve kötü şartlarda yaşamanın sınırlarının bu kadar zorlanabileceğine orada şahit olduk. Evden eve çok ilkel bir şekilde yapılmış asma köprülerlen geçiliyor. Eger geçerken ayağınız bir kayarsa, içi pisliklerle dolu, gri, yeşilimsi bir renk almış iğrenç bir koku yayan suların içerisinde kendinizi bulabilirsiniz.
Cok ilginçtir çocuklar bu köprülerin üzerinden koşarak geçiyorlar. Fakirliğin, sağlıksızlığın, sefilliğin bir manifestosu burada idi. Kardeşlerimizin bu ilkel şartlarda yaşamak zorunda olmaları, bizi cok üzdü. Öyleki bu etkiyi kolay kolay üzerimizden atamıyacağız, atmakda istemiyoruz, çünkü bu şartların değişmesi lazım, bir insanın hele hele bir müslümanın böyle bir ortamda yaşamak zorunda olması, kesinlikle onların kaderi olamaz. Bir yerlerde yanlışların yapıldığı kesin. Herseye rağmen, kapılarını çalıp 'Biz IGMG Kurban gönüllüleriyiz, sizlere Müslüman kardeşlerimizin sadakalarını getirdik' diyerek ellerine bir zarf uzattığımız zaman yüzlerindeki “o fakirliğin” verdiği mahcupbiyet ve ezginlik izleri aslında nekadar onurlu insanlar olduklarını gösteriyordu. Bu onlarin belkide kayıp olmamış son duyguları, bu insanlar onurlarını kayıp etmeden, bu şartlardan kurtarılması lazım, bununda tek yolunun, eğitimden geçdigini PKPU kardeşlerimizle istişare ettik. İnşallah Müslümanlar hükümetin bir kollunda yer aldıkları zaman bu insanlari öncelikleri arasına alacaklar. Bunun sözünü onlardan aldık. Kurbanlarımızı dağıtıp kardeşlerimizle vedalaşarak ikince Kurban noktamız batı Jakarta daki “cöplük mahallesi” ismiyle ünlü, noktaya doğru cıkdık. Nehir havzasindaki mahalleden cok buruk duygularla ayrılmışdık, öyleki birbirimizin yüzüne pek bakmıyorduk ama hepimizin düşündükleri aynı idi. Birbirimizle konuşmuyorduk, eğer konuşsak inanın ağlıyabilirdik. Bu duygular içerisinde ikinci noktamiza bir saatlik bir yolculukdan sonra ulaşdık.Aslında mahalle girişinde okadarda sefil gözükmüyordu. Tipik bir Anadolu kasabasının çarşısına benzer carşıdan geçdik. Asıl felaketi kurban kesim meydanına vardığımızda gördük. Yaklaşık beş ila sekiz metre yüksekliğindeki çöp dağları, yüz atmis hektarlık bir alana yayılmıi, bu küçük dağların arasına konuşlandırılmış, bizdeki gece kondulara benzer evler düşünün, ve bu evlerde yaşıyan insanlar. Nekadar sakınsanız bile, genzinizi yakan ve yapış yapış bir his veren kokudan kurtulmanız mümkün değil. Burada çöplerden ayıkladıkları naylonlar, plastikler, metal ve camları satarak geçimini sağlayan insanlar yaşıyor. Yani bu insanlar avrupa daki çöp arıtma tesislerinin yapdığı işi yapıyorlar, bu artık burada bir sektör haline gelmiş. Çok ilginçdir, hükümetlerde bu çalışmaya izin verdikleri gibi, destekliyorlarda. Çünkü oradan biraz uzaklaşdıktan sonra gördükki; ayıklanmış çöplerden oluşan dağların içlerine, gaz sıkışmasından oluşabilecek her hangi bir patlamayı önlemek icin, devlet havalandırma borulari dikmiş. Bunun böyle olduğunu idrak etmemiz bizi dahada bir üzdü. Bu çöplük mahallesinde sadece üzülmedik. Umutlandıkda .
Bize, hersene diğer kurban görev kardeşlerimize yapdığı gibi, çok yakin ilgi ve alaka gösteren, “Bende Milli Görüşcüğüm” diyerek bize kendi bacımızdan daha yakın bir yakınlıkla izzet ve ikram eden Reysa bacımız, bizi çok umutlandırdı. O adeta çöplükde büyümüş bir gül gibi… Üniversite okumuş ve meslek edinmiş olmasına rağmen, kendisini oradaki kardeşlerine hizmet için adamış. Hafta arası Jakarta da calışmalarını yapdikdan sonra, haftasonu mahallesine dönüyor ve evinin sınıf haline getirdiği odasında Allah rızası için öğrenci okutuyor, pırıl pırıl bacımız, umut ve sevgi dolu.
Kurbanları dağıtıp, kardeşlerimizle kontak adreslerimizi değisip, yorgun ama umutlu bir şekilde otelimize dönüyuruz…