GENEL SEKRETERLİK
“Asıl mesele insanımızın şuurlandırılması.”
02 Mart 2017Geçtiğimiz haftalarda Genel Merkezimizi ziyaret eden Bulgaristan Başmüftüsü Dr. Mustafa Haci ile Bulgaristan Müslümanları üzerine konuştuk.
Mustafa Bey, Bulgaristan Müslümanlarının genel durumu hakkında bize kısaca bilgi verir misiniz?
Her şeyden önce bugün sizinle ropörtaj yapma fırsatı verdiği için Cenâbı Hakk’a şükürler olsun, bu fırsat için size teşekkür ederim. Bulgaristan’da yaşayan Müslümanların sayısı 1,5 milyon civarındadır. Bunların bir kısmı Türk etnik kökenlidir. Diğer bir grup Pomaklardır ki, bunların büyük kısmı Türk kökenli olduğunu biliyor ve söylüyorlar. Bunların yanı sıra Romanlar var. Bunların sayısı Türklerden ve Pomaklardan fazla ama maalesef yakın bir geçmişe kadar onların %80’i Müslüman iken misyonerlerin de etkisiyle bugün önemli bir kısmı Hristiyanlığı benimsemiştir. Bu bizim için son derece önemli bir mesele.
Eğitim seviyesi açısından ise her ne kadar şikâyet etsek de her eğitim seviyesinden Müslüman var. Doktorlar, mühendisler, Müslüman profesörler, üniversite hocaları da var. Ancak bu konuda en önemli sorun bu eğitim düzeyi yüksek Müslümanların Avrupa’da Almanya, İngiltere gibi gelir seviyesi daha yüksek ülkelere gitmesi. Bu ülkelerde örneğin araba yıkayıcısı gibi daha basit işlerde çalıştıklarında Bulgaristan’da üniversite mezunu olarak elde ettikleri gelirden çok daha yüksek gelir elde ettikleri için çoğu insan bu ülkelere giderek kalifiye oldukları işten çok daha düşük nitelikli işlerde çalışmayı tercih ediyorlar. Yani eğitim seviyesi yüksek olanlarda bir göç durumu var ve Müslümanlar açısından bunu önemli bir sorun olarak görüyoruz.
Bulgaristan’daki 45 yıllık komünizm süreci ülkedeki Müslümanları nasıl etkiledi?
Komünizmin avantajı da dezavantajı da oldu. Dezavantajı daha fazlaydı. Dinle alakalı her şey yasaklandı. Camiler yıkıldı, ayakta kalan camiler kapatıldı. Bu nedenle insanların artık dinini öğrenmesi mümkün değildi. Yurt dışına tahsil için gitmek söz konusu değildi. İnsanlara pasaport verilmedi. Bir asimilasyona tabi tutuldu Müslümanlar. Komünizm döneminde dünyaya gelmiş olan Müslümanlar bugünün yaşlı nufüsunu oluşturuyor. “Biz Müslümanız.” diyorlar ancak o dönemin şartlarında yetiştikleri için dine dair hiçbir şey bilmiyorlar. Ömürleri boyunca dinden uzak kaldıkları için bugün onları camiye getirmeye çalışsak da oldukça zorlanıyoruz. Diğer yandan komünizm döneminde Müslümanlar arasında daha ciddi bir dayanışma vardı. Kimi insanlarda dini kaybetme kaygısı vardı ve baskı altındayken dine daha çok sarılıyorlardı. Tabii komünizim yıkıldıktan sonra Müslümanlar daha rahat ettiler. Artık dilimiz serbest, dinimiz serbest düşüncesiyle rahavete kapıldılar. Kendilerini “saldılar.” Bu da bizi menfi anlamda etkiledi ve çalışmalarımızda bununla mücadele ediyoruz.
Komünizmin toplumsal noktada müspet ve menfi etkileri olduğunu söylediniz. Kurumsallaşma yönünde etkileri nasıl oldu?
Dediğim gibi camiler yıkıldı ve bu dönemde yeni cami yapmak yasaklandı. Kesin resmî bir istatistiki veri yok ancak Bulgaristan’da komünizmin çökmesinden bu yana 300-400 cami yapıldığı biliniyor. Köylerde cami inşa etmek daha kolay olduğu için Elhamdüllilah Müslümanların olduğu pek çok köyde cami yaptılar ve inşa etmeye de devam ediyorlar. Ancak büyük şehirlerde cami inşa etmek hâlâ zor. Örneğin Başkent Sofya’da Osmanlı döneminin sonlarına doğru 82 cami varmış. Bu camiler yıkılmış, sadece üçü ayakta kalmış. Bunlardan biri kiliseye biri de müzeye çevrilmiştir. İbadete açık tek bir camimiz var. Ancak devlet bunu da hazmedemiyor. Son yıllarda mültecilerin de gelmesiyle bu cami tamamen yetmez oldu. Cuma günlerinde Müslümanlar camiye sığmıyor, dışarda namaz kılıyor. Kışın karda namaz kılmak zorunda kalıyor insanlar, çok zor bu durum. İkinci bir camiye çok ihtiyacımız var ama Bulgaristan devleti bu caminin açılmasına izin vermiyor. Devlet bizim ihtiyacımızı görmezden geliyor. İkinci cami ve İslam merkezi için bir yer satın aldık. Bu İslam merkezinde eğitim çalışması yapmak istiyoruz. On altı seneden beri Sofya’da bu arsaya bir cami ve bir eğitim merkezi açmak için çaba sarf etmemize rağmen izin verilmiyor. Bulgaristan’da Yüksek İslam Enstitüsü var ve bir fakülte statüsünde herhangi bir üniversiteye bağlı değil, direkt bize bağlı vaiz ve imamlar yetişiyor. Müftü yetiştiriyor. Bulgaristan kanunları mucibince bu enstitünün bir bina sahibi olması gerekiyor. Yani devlet hem bunu istiyor hem de gerekli izni yıllardır vermiyor.
Müftülüğün çalışmalarından bahseder misiniz?
Biraz tarihçemizden bahsetmek istiyorum. Müftülüğümüz Osmanlı İmparatorluğu ile Bulgaristan arasında yapılan sözleşme uyarınca 1910 yılında kurulmuştur. Bulgaristan’da ikamet eden Müslümanların dinî hayatlarına devam etmesi içindi bu sözleşme. Dinî hayat derken sadece cami ve ibadet değil, evlenme boşanma, miras ve nafaka konuları da müftülüğe bağlı idi; yani müftüler bir kadı gibi kabul ediliyordu. Bu durum 1923’e kadar devam etmiş ve Türkiye cumhuriyet rejimine geçince durum biraz değişmiş. Özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra komünizme geçildi ve o dönemde müftülüğün çalışmaları tamamen sınırlandırıldı. Komünizmin sonlanmasına kadar âdeta Komünist Parti elinde bir oyuncak hâline geldi. Müftülüğün çalışma alanı her şeyden evvel Müslümanların dinî yaşamını kolaylaştırmak. Camilerimiz, Kur’an kurslarımız var, hac çalışmaları yapıyoruz. Devlet protokolünde yerimiz var. Gayriresmî de olsa protokolde Ortodoks Hristiyanlığı’ndan sonra başmüftülük var. Eğitim çalışmalarına çok önem veriyoruz. Üç imam-hatip lisemiz, Yüksek İslam Enstitümüz var. Mesela 2016 yılında yaz tatilinde 550 yerde Kur’an kursu düzenledik ve 8 bin öğrenci katıldı bu kurslara. Daha fazla olması için elimizden geleni yapıyoruz.
Ülkede Müslümanlara ait ne kadar STK var? Hangi alanlarda çalışmalar yapılıyor?
Müslümanlara ait STK’lar yok denecek kadar az. Bunun sebebi de devlet. Bu hususta yasal olarak bir kısıtlama yok ancak devlet müsaade etmiyor. STK kurabiliyorsunuz ama faaliyete geçince izin verilmiyor. Mesela daha önce biz bir irşad vakfı kurup dinî hizmetler yapmak istedik ancak izin verilmedi. Türkiye’den ve Arap devletlerinden bazı STK’ların temsilcilikleri vardı ama kapattırdılar. Dinî alanda hizmet sunacak olan STK’lar önünde yasal bir engel olmamasına rağmen bir şekilde baskı altında tutulduklarından Bulgaristan’da uzun ömürlü bir İslami dernek olmuyor. Sadece müftülük var. Kültürel dernekler var, onlara yönelik bir kısıtlama yok. Yani kültürel çalışmalarda kısıtlama yok ama dinî çalışmalarda aynı hoşgörü gösterilmiyor. Bu kültürel derneklerle ortak çalışmalar yapıyoruz, yardımlaşabildiğimiz kadar yardımlaşıyoruz fakat alanlar farklı olduğu için bu çalışmalar çok dar bir çerçevede dinimiz müsaade ettiği ölçüde oluyor.
Gayriresmî de olsa devlet protokolünde yerinizin olduğunu söylediniz. Bu anlamda müftülük devlet nezdinde önemli bir kurum. Peki karşılaştığınız zorluklar nelerdir? Cami yapımı konusundaki zorluklarla irşad ve eğitim faaliyetlerinde de karşılaşıyor musunuz?
Her alanda zorluklarla karşılaşıyoruz. Şöyle bir örnek vereyim: Mesela biz devlet okullarında din dersi vermeye başladık. 1999’dan beri okullarda din dersi okutuluyor. Ama maalesef o günden bugüne dersi istediğimiz şekilde genişletemiyoruz. Daha iyi anlamak için aktarayım; mesela bir okulun müdürü “Ben okulumda bu dersin okutulmasını istemiyorum.” derse o okulda din dersi müfredattan çıkartılıyor, veliler bir araya gelip itiraz etseler bile durum değişmiyor. Müdür ne derse o oluyor ve hiç kimse de bu konuda müdüre bir yaptırım uygulamıyor. Bu da demek oluyor ki müdür devletten destek alarak böyle davranabiliyor.
Bunu yanı sıra finansman da Bulgaristan devleti ile diğer bir ciddi sorunumuz. Komünizim döneminde vakıf mallarına el konduğu için bu durum bizleri çok ciddi maddi sıkıntıya soktu. Bizler dedelerimizden kalan malların iadesi için dava açtık ancak bir sonuç alamadık, yani iade edilmedi. Elimizde o mallara ait tapular bulunmasına rağmen bu yapıldı. Vakıf mallarımız arasında örneğin Osmanlı’dan kalma 13 cami var aslında bizlere ait olan ama iade edilmediği için müze olarak kullanılıyor. Devletten müftülüğe yapılan hiçbir maddi destek yok. Hem vakıf mallarımız alındı hem kendileri yardımcı olmuyor. Üstelik yurt dışından gelen yardımlardan da rahatsız oluyorlar. Biz bunları asimilasyon çalışmalarının bir parçası olarak görüyoruz. Hem Türkiye hem de Avrupa Birliğine üye ülkelerin elçileriyle görüşerek bu sorunları anlatmaya, sesimizi duyurmaya, mücadelemizi vermeye çalışıyoruz.
Toplumsal düzeyde Müslümanlara karşı haksızlıklar ve ayrımcılık yapıldığını düşünüyor musunuz? Müslüman olan birinin iş piyasasındaki durumu nasıl?
İşaret ettiğiniz gibi özellikle iş alanında Müslüman daha kalifiye olmasına rağmen ayrımcılığa uğruyor. Başörtülü çalışabilmek zaten söz konusu değil. Herhangi bir devlet kurumunda başörtülü bir çalışan yoktur, böyle bir durum varsa bile çok istisna bir durumdur. Bunun yanı sıra bu ayrımcılıklardan dolayı bazı Müslümanlar hâlâ Müslüman ismi almadı, Bulgar ve Hristiyan isimlerini kullanmaya devam ediyorlar. Buna rağmen o kişinin aslında Müslüman olduklarını bildiklerini için bile o şahsa iş vermiyorlar. Asimilasyon o kadar derine inmiş ama buna rağmen iş verilmiyor.
Böyle bir ortamda azınlık Müslümanlarının asimilasyon tehlikesi ne düzeydedir? Şu an hâlâ böyle bir tehlike söz konusu mu?
Şu anki tehlike daha ciddi aslında. Neden diye sorarsanız, artık dinî faaliyetler yasak olmayınca rahatladılar ama bence rahatlık biraz da olumsuz yansıdı. Müslümanlar gaflete düştü, artık asimilasyonu tehlike olarak görmüyorlar. Camiye gidip namaz kılmak yasak değil ama Müslümanlarda “Nasılsa artık Türk/Müslüman adı kullanabiliyorum. Camiye gitmem de yasak değil? Camiye gidip namaz kılmasam ne olur? İçki içsem ne olur? Haram yesem ne olur?” gibi düşünceler, söylemler hâkim olmaya başladı. Müslüman olmayan insanlar gibi bir hayat yaşamakta, onlar gibi aile yaşantısı yaşamakta bir beis görülmüyor. Müslümanların gayrimüslimlerle evlilikleri arttı. Bu da ilerisi için, Müslümanların gelecek nesilleri için aslında ciddi bir sorun oluşturabilir. Bu konuda bir şeyler yapılmazsa 15-20 sene sonra kimlik kaybetme noktasında daha derin bir tehlikeyle karşı karşıyaya kalabiliriz.
Müslümanların hangi alanlarda eksik kalındığını düşünüyorsunuz? Müftülük ve Müslüman halk olarak ne tür çalışmalar yapılmalı ki Müslümanlar dinini muhafaza edebilsin?
Çözümü tek kelimeyle söyleyecek olursak, “şuurlandırma”. Asıl mesele insanımızın şuurlandırılması. Onları şuurlandırmaya yönelik çalışmalar yapılmalı ama bunu nasıl yapacağız, bunun üzerinde durmaya çalışıyoruz. Şuurlandırmanın yolu eğitimden geçiyor. Gerek okullarda gerekse üniversite öğrencileriyle çalışmalarımız var. İrşad bölümümüz özellikle üniversiteli gençlere yönelik eğitim ve kamp çalışmaları yapıyor, onlarla yakın irtibat hâlindeler. Bu şekilde onları bilinçlendirmeye çalışıyorlar. Üniversitelilerimiz de sorunu anlıyor ve bizlere yardımcı oluyorlar. Bunun yanı sıra çocuklar için Kur’an kursları bizler için çok önemli. Ağırlık verdiğimiz üçüncü alan kadınlara yönelik şuurlandırma çalışmaları. Bunun için biz Avrupa’da yaşayan, çalışan Müslümanlarla alakalı çalışma başlattık. IGMG teşkilatlarını da bu nedenle ziyaret ederek çalışmalarından faydalanmak istedik. Hizmetleri nasıl geliştirebiliriz diye IGMG ile istişare yapıyoruz.
Bazı Müslümanlar Avrupa’ya gelip diğer Müslümanlarla tanışınca bilinçleniyor. Bazıları da Müslümanlardan uzak kalırlarsa tamamen dinden uzaklaşıyor. Bu hususta bu insanlara nasıl ulaşabileceğimizle ilgili bir çalışma başlattık. Mesela burdan cenazesini Bulgaristan’a nasıl getirecek, kötü alışkanlıklardan nasıl uzak duracak gibi konularda onlara ulaşmaya çalışıyoruz. Daha yolun başındayız, inşallah güzel çalışmalar yapacağız.
Dünyadaki Müslümanların desteğini sorsak neler anlatırsınız?
Dünyadaki tüm Müslümanların manaevi desteğini görüyoruz, bunu sosyal medyadan ve internet üzerinden gözlemliyoruz. Bu sevindirici bir durum. Maddi yardımlar noktasında Türkiye’den çeşitli kurum ve kuruluşların yardımları oluyor. Avrupa’dan Hasene’nin insani yardımları oluyor. Maddi noktada sıkıntılıyız ama bunu kendimiz ülke içinde halletmeliyiz. İmam maaşları en önemli sorunumuz. İlahiyat fakültesi mezunlarımıza imam maaaşı verilemiyor, onlar da Avrupa’nın başka yerlerine giderek iş arıyor. İmam olarak iş bulanlar oluyor ama maalesef çoğu araba yıkama gibi uzmanlıklarının dışında daha düşük kalitede işlerde çalışıyorlar. Orada araba yıkamaktan kazandıkları maaaş Bulgaristan’daki imamlık ücretinin iki üç katı oluyor, dolayısıyla o işi de tercih eden çok oluyor. Bu durum da bizim için üzücü. Her ne kadar dışarıdan kısmi yardımlar olsa da bu sorunları kendimiz ülkemiz içinde çözmeliyiz.