Cemiyet Haberleri
Üniversiteliler Kış Yatılı Eğitim Semineri’nde biraraya geldi
09 Şubat 2011Osmanlıca, Yakın Tarih, Ömer Nesefi Akaidi dersleri ve üniversitelilerin sunumlarının da yer aldığı programda film akşamları düzenlenip Kitap Kulübü'ne de gidildi. IGMG Genel Başkanı Yavuz Çelik Karahan, Genel Sekreteri Oğuz Üçüncü, Gençlik Başkanı Mesud Gülbahar da farklı zamanlarda semineri ziyaret ettiler.
25 Aralık 2008'de başlayan üniversiteliler özel eğitim programı, bu kış itibariyle yeni ve daha yoğun dönemine girdi. Aktarılan bilgilere göre daha sık buluşularak farklı çalışma gurupları oluşturulacak.
Mehmet Küçükerdoğan'ın verdiği Osmanlıca dersinde Hayati Develi'nin “Osmanlı Türkçesi Kılavuzu 1-2″ kullanılırken, Ömer Nesefi Akaidi (ö. 537/1142) derslerinde orijinal metnin tercümesi işlendi.
Ersin Kocakaya'nın verdiği derste üniversiteliler, onun “bilmeden yargılamamalı, tanımadan tanımlamamalı, hakkıyla eleştirmek için aynı konumda veya daha üstünde olmalı, haddini aşan zıddına inkılâp eder, nefsini eleştiren kemale erebilir” gibi tavsiyelerinden ve “özellikle ilmi, zihni ve sosyal hiyerarşimiz bozuldu, yok oldu” gibi tespitlerinden faydalandılar. İlmin zâtı için istendiğinde ilim olduğunu belirten Kocakaya, “görünürde veya zihinde doğru olan, doğrulanabilir olan, hakikatte yanlış olabilir” dedi. Kocakaya, zihni veya bedensel rahatsızlıklar, uyuşturucu etkisi, dil kullanımı, farklı sosyalleşme, yüklenen öznel/ferdi manalar, ferdi çağrışımlar (iltizam) göz önünde bulundurularak, mümkün olduğu kadar bunlardan bağımsız bir şekilde, ön kabuller bazında ilmin ve düşüncenin üretilmesi ve tartışılması gerektiğini açıkladı. Bununla beraber, “ön kabulsüz düşünce yoktur” ve “bilimle temelindeki ön kabuller tartışılmaz dediklerinde, bilimi kutsamış oluyorlar” sözlerini ekledi. Kocakaya, metafiziğimizi yani nazariyemizi kaybettiğimize, klasik fizik ile ilintili olarak İslami yorumların Osmanlı'da var olduğuna, fakat izafilik teorisi çerçevesinde henüz İslami yorumların gelişmediğine dikkat çekti.Üniversitelilere önce kavram dünyalarını genişletmelerini, bilgi edinmelerini, fikir geliştirmelerini, sonra iddialarını ifade etmelerini ve yaymalarını, sonra bu fikirleri hakkında tartışmalarını ve iddialarını savunurken geliştirmelerini tavsiye etti. Ayrıca Allah'ın varlığı konusunda burhani değil, cedel yoluyla yani karşısındakinin ön kabullerini tespit ve çürütme ile münazarası gerektiğini vurguladı. İbnu'l Ekfani'ninTasnifu'l Ulum'undan da bahseden Kocakaya;artık Müslümanların ilmi alanda zayıf olmaktan ve kendini savunanlar olmaktan çıkıp, soru soran, sorgulayan, eleştiren ve tanımlayan olmaya başlamaları gerektiğinin de altını çizdi.
Yakın Tarih dersini veren Üniversiteliler Başkanı Celal Tüter, Cemil Aydın'ın (2007) “Emperyalizm Karşıtı Bir İmparatorluk: Osmanlı Tecrübesi Işığında 19. Yüzyıl Dünya Düzeni” ile AvigdorLevy'nin (1983) “Osmanlı Uleması ve Sultan II. Mahmud'un Askeri Islahatı” makalelerini okuttu. 1774 yılındaki Küçük Kaynarca Anlaşması ile Kırım bölgesinde yaşayan Müslümanların ve Osmanlı topraklarında bulunan Ortodoks Kilisesi yönetiminin o zamanki Rus Devleti'ne teslim edilmesiyle ciddi bir dönüm noktasının başladığını anlatan Tüter, II. Mahmud döneminden itibaren II. Abdulhamid'e kadar olan dönemi siyasi tarih itibariyle özetledi. Müslüman yöneticilerin İslam'a olan bağlılıklarıyla devletlerini kurtarma çabalarına dikkat çeken Tüter, onların Batı'daki gelişmeleri Osmanlı'da da uygulamaya çalıştıklarını, fakat o zamanki ulemanın özellikle eğitim, tıp ve askeriye alanlarında bu gelişmeleri tatbik etmekte zorlandıklarını ifade etti. Osmanlı yönetiminde iç kaygıların yanı sıra birde kaybedilen harplerin 19. yüzyılda padişahın ve devlet erbabının işini daha da zorlaştırdığı vurgulandı. Böylelikle modernleşme süreci askeri başarısızlık ve ulemanın yetersizliği ile tezahür etmiş ve halk içinde buna nispetle daha az yankı bulmuştu. 1822'de Reisu'l Küttab Akif Efendi ve Osmanlı devletinin her karışını koruma mücadelesi ile başlayan zaman yolculuğu, 1939'da Tanzimat, sonra Islahat ve Meşrutiyet ile devam ederek, Yusuf Akçura'nın “Üç Tarz-ı Siyaset” makalesini özetleyerek Tüter derslerini bitirmiş oldu.
Dücane Cündioğlu ise Heinrich Wölfflin'in (1915) “Kunstgeschichtliche Grundbegriffe” (Sanat tarihinin temel kavramları) isimli eserini ve ErwinPanofsky'nin (1936) “İkonografi ve İkonoloji” eserini temele alarak resim tarihine istisnaî, kendine has bir özet ve bakış sundu. Batılı görsel sanatları arasından resim sanatının Rönesans dönemini, Klasik, kısmen Maniyerizm, Barok, Rokoko, Neo-Klasik, Ön-Raffaelloculuk, Desenizm, Kolorizm, Empresyonizm, Ekspresyonizm, Kübizm gibi isimler altında tarif edilen resim akımları ve asırlarını nasıl fark ve ayırt edebileceğimizi, nasıl anlamamız gerektiğini, nasıl dini, siyasi veya bilimsel etki altında kaldığını yorumlayabileceğimizi açıkladı. Wölfflin'e göre Klasik dönemin özellikleri çizgi, yüzey (daha ziyade iki boyutlu), tektonik biçim (boyanan her kısmın kendisinin bir bütün gibi görülebilmesi), çoklukta birlik ve açıklık iken, Barok döneminin özellikleri ise gölgesellik (bir görüntünün müphem, belirsiz, yapay, resim gibi olması), derinlik (daha ziyade üç boyutlu), atektonik biçim (ancak bir bütün olarak görüntünün bir anlam ifade etmesi), birlikte birlik, kapalılıktır. Cündioğlu özellikle Klasik dönemi Barok dönemi ile karşılaştırdı.Anlaşılırlığı sağlama açısından Klasik-Barok, çizgi-renk, kemal-zeval, detay-dağınıklık, idealizm-realizm, biçim-içerik, belirlilik-belirsizlik, kesinlik-dinamizm, düzgünlük-düzensizlik, mutlaklık-değişkenlik, sebat-izafet, şekil-öz, tasvir-tahlil, phenomen-essence, monarşi-demokrasi, alışılmış-yeni, Medrese-Tekke, Fıkıh-Tasavvuf gibi kelime çiftleri kullandı. Wölfflin'e göre her asrın Klasik ve Barok dönemleri vardır; yalnız bir zamanlar Barok görülen sonra Klasik görülebilir. Cündioğlu, klasik bir eser olan Leonardo da Vinci'nin “Son Akşam Yemeği” ile başlattığı seminerleri Ön-Raffaellocular'dan sayılabilecek Leighton'un “Alma Taderna”sı ile bitirdi. Yorumlarken de ilmi gelişmelerin (fizik, anatomi gibi), siyasi rejim ve görüşlerin (savaşlar, Fransız İhtilalı gibi) ve burjuvanın oluşmasının etkilerinden bahsetti. Müslümanlar olarak siyasi, toplumsal, sanatsal veya bilimsel alanlarda dünyayı, insanları, hayatı güzelleştirebilmek için, önce sahici temasın, sonra ise anlama ve yorumlamanın gerekliliğini vurguladı. Bunun için ise görsel sanatlar ile (ebru, çini, nakş/minyatür/tasvir, hat veya mimari kısmen olsa da) fazla ilgilenmemiş olan, doğu topluluklarından gelen bizler, “görmeyi öğrenmeliyiz” dedi. Doğulular olarak edebiyat ve şiir, biraz da musiki asıl sanat alanlarımız iken, bir yüzyıl içinde televizyonla, kamerayla, resimle, modayla, tasarımla vs. karşılaşıverdiğimiz tamamıyla görmeye odaklı bir dünyada, “görmeyi öğrenmeliyiz”. Müslümanların henüz zihnen, ilmen ve düşünce açısından şehirleşemediklerini de belirtti. Avrupa'da düşünenler olarak üniversitelilere, bunu başlatma görevi düştüğünü hatırlatan Cündioğlu'na göre, gelecek nesiller için görsel sanatlar hakkında bilgi sahibi olmanın ve yaşamı güzelleştirme yolunda kullanmanın doğal olacağının altını çizdi.
İbrahim Zeyd Gerçik ise ilk seminerinde “Bir Yönetim Modeli – Mimar Sinan ve Süleymaniye” konusunu işledi. Bizlerin eskiyi taşıdığımızı, ama yeni olduğumuzu açıklayan Gerçik, geçmişin tecrübelerinden istifade ederek, Mimar Sinan gibi kendimizi ve görüşümüzü dünyaya ancak ardımızda bırakacağımız eserlerle ifade edebileceğimizi ve hatırlatabileceğimizi söyledi. Osmanlı'nın başarısının kaynağında ilim, edep, sadakat, adalet, güven, insana kıymet verme, emanet duygusu gibi hususi değerlerin yattığına, bunların ise meşruiyeti kabul edilmiş olan bir kişi, Şeyh Edebali tarafından aktarıldığına dikkat çekti. Osmanlı'da yapılan işin en iyi şekilde yapılması ilkesi Süleymaniye misalinde öne çıkıyorken, o zamanki eğitim sisteminin Sinan'ı taş ustalığında çıraklık gibi kaba ve alçak bir işten başlatıp, en ince ve yüksek sorumluluklara kadar taşıdığı vurgulandı.
“İletişim Psikolojisi ve İnsan Kaynakları” konusunda ise öğrenme üzerine konuşan Gerçik, tekrarın, azimle odaklanmanın ve hususi olarak çocuklar için tekrarlanan telkinlerin önemine işaret etti. Bunlar, öğrenilmeye çalışılan şeyin 21-40 gün içinde insanda bir davranış alışkanlığına veya kişilik özelliğine dönüşmesini sağlar. Alışılanı terk etmek ise zordur, zira değişim için farkındalık, rahatsızlık ve bu 21-40 gün içinde dirençlere karşı kararlılık şarttır ki, alışkanlık değişsin. Başkasındaki alışkanlık değiştirilmeye çalışılırsa, irade tanıyarak, iyi niyetle dahi olsa zorla biçimlendirmeye çalışmadan rehberlik yapma kaçınılmazdır ki, bu ailede başlar. Ancak bu şekilde samimi, eleştirebilen ve eleştiriyi kabul edebilen fertler yetişir. Ailevi konularda birçok hayati bilgi aktaran Gerçik, ehliyet sahibi liderlerin, liderler yetiştirmesi gerektiğini de vurguladı.
Gençlik Başkanı Mesud Gülbahar üniversitelilere, genelden özele giden bu eğitimin kıymetini bilmelerini ve üniversite sonrası akademisyenler için projeler hazırlamalarını tembihledi.
Genel Başkan Yavuz Çelik Karahan ise, öncelikle üniversitelilerin eğitimine verdikleri önemi belirtti. Onlara maddeten de, manen de; üniversiteli olarak da, kul olarak da en iyi olmalarını öğütlerken, Allah ve Rasulünü her şeyden çok sevmek gerektiğinin ve bunların sıkıntısız olmayacağının da altını çizdi.
Gençlerin oldukça memnun kaldıkları seminerin ardından, katılımcılardan biri dopdolu geçen bu dokuz günü şöyle yorumladı: “Avrupa'da yaşıyoruz burada olup bitene bir mana yüklemenin yanı sıra, kendi meselelerine yorum ve çözüm üretmek geçmişte kaleme alınmış ciddi bir eseri anlamaya çalışmak hatta adını bile duymak bize bir kimlik kazandırıyor. Ciddi sorumlulukların yüklendiği yola çıkmış durumdayız.”(ik)